İç savaş varsa taraflar kim?
Bir yanda insanlar katledilirken, sözün bittiği bir noktaya gelmişken ve ölümler devam ederken soğukkanlı analiz yapmak yazarlığın vicdanı kanatan yanı. Ne var ki nasıl merhamet duygusundan ameliyat yapamayan doktor, hastaya şifa vermiyorsa yazının sorumluluğu da, hakikatin acıtan yanıyla bile yüzleşebilmesidir.
Suriye krizinin bize deşifre ettiği gerçek şu: Uluslararası siyaset açısından tüm insani, hukuki söylemlere rağmen çıkar ve güç dengelerinin belirleyici olduğu. Bir yıldan fazladır Suriye'de yaşananlar, gerekçeleri ne olursa olsun, gerek Batı gerekse bölgede etkili Çin-Rusya gibi aktörler farklı argümanlarla meşrulaştırmaya çalışırlarsa çalışsınlar insani boyutun dengelerden daha önemli olmadığının ifadesi oldu. İslam dünyasının ise, Afganistan ve Irak işgaliyle sonuçlanan krizlerde olduğu gibi, hala kendi sorunlarını çözmekten çok uzakta olduğu, tam aksine kendi sorunlarına bölge dışı küresel aktörlerin argümanlarıyla yaklaştığı, küresel güç dengelerinde kendi meşruiyetini aramakta olduğu görüldü.
Muhaliflere destek verdiği, silah sağladığı söylenen Katar, Suudi Arabistan gibi ülkelerin gerekçeleri, ne Sünnilik kaygısı ne de Suriye halkına özgürlük getirme aşkıdır. Bu petrol zengini ülkeler kendilerini güvencede hissettikleri güç ilişkilerinden destek almamış olsalardı ne Sünniliği hatırlarlardı, ne de kırk yıllık Baas despotizmi altında bastırılan Suriyelilerin durumunu.
Benzer biçimde İran'ın Suriye ile ilişkisi, sanılanın aksine Şiilik taassubundan çok (Nusayrileri Şii kabul etmiyor İran) stratejik güvenlik zincirinin son halkası olduğundan hareketle kuruluyor. Fakat bölgedeki fay hattının Şiilik-Sünnilik çelişkisi üzerinden kurgulanması, bu krizin sürdürülebilirliği ve muhtemel bölge yapılanmaları için gerekli görülmektedir!
Küresel hesaplaşmada hiçbir kavram tesadüfen kullanılmamaktadır. Kurgulanan sistemin meşruiyeti kavramlarla, oluşturulan imajlarla, korku ve umut pompalayarak yani propaganda boyutu ile algılanabiliyor. Suriye'deki muhalefet hareketi neden Arap Baharı olarak adlandırılmamaktadır? Ya da Suriye'ye sıçrayan 'Arap Baharı' kalıbı ne zamandan beri medyada siyasilerin dilinden düştü farkında mıyız?
Daha da önemlisi, Suriye'de yaşananlara ne vakitten beri 'iç savaş' denilmeye başlandı? Eğer bir savaş varsa bunun tarafları ve dışarıdaki taraftarları kimler? İç savaşın sürdürülebilir olmasını sağlayacak taraftarların kimler ve ne karşılığında pozisyonlarını sağlamlaştırdıkları hakkında bir analiz yapmalı değil miyiz?
Bir insanlık krizi ile sonuçlanan olaylarda en azından cesaretlendirici ve hatta tahrik edici rol üstlenen Batılıların bu sonucu görmemiş, hesaplamamış olmaları mümkün değil. O halde bu sürecin öngörüldüğünü söylemek pek da abartı sayılmaz. Her şeyden önce Ortadoğu'da Suriye üzerinden bir soğuk savaş ortamının provasının yapıldığını tespit edebiliriz. En azından kısa vadede böylesi bir kamplaşmaya dayalı güç dengesi ortaya çıktı. Bu güç dengesini besleyen en önemli faktör de Suriye'de yaşanan şiddet döngüsü.
Bu durumda...
Ortadoğu'da bir soğuk savaş sahneleniyorsa bunda küresel aktörleri mi işaretlemek gerekir? Bir tarafta ABD'nin başını çektiği Batı, yani NATO çerçevesindeki oluşum; diğer tarafta ise gücünü göstermeye, küresel hesaplaşmada kendi alanını açmaya çalışan Rusya. Çin ekonomik bağlantıları nedeniyle çok açık bir meydan okumaya girişmese bile BM'deki veto yetkisine dayanarak karşı tarafta yer almaktadır.
Soğuk savaşın bölgesel aktörleri ise Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye'nin başını çektiği Batı yanlısı ülkelerle İran, Suriye, İran'ın sınırlı etkisiyle denklemde belirleyici olmaya çalışan Irak ve Lübnan iç dengesindeki unsurlar. Ve ideolojik bir ayrışmaya zemin olması istenen mezhepsel fay hattı: Şiiler ve Sünniler...
Olayları medyadan takip eden herkesin görebileceği bu çıplak gerçekliğin ne kadar kurgu olup olmadığına bir bakmakta yarar var. Mesela Suriye'de yaşananlar için iç savaş tanımı kullanılmaya başlamasıyla silah ticareti arasında nasıl bir ilişki var? Rakamsal araştırması bir yana birbirine paralel olarak dün gelen haberlerin analizi bile buna ışık tutabilir. Bir yanda Batı'nın Suudi Arabistan ile Katar eliyle ve Türkiye'nin lojistik desteği ile Suriyeli muhaliflere silah sağladığı haberleri konuşulurken Amerikalı diplomatik kaynaklar, Rusya'nın Suriye'ye sağladığı hava saldırı helikopterlerinin yolda olduğu açıklamasını yaptı. Aynı saatlerde nükleer müzakereler öncesi Tahran'a kritik bir ziyaret yapan Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov silah satışının hukukiliğini savundu.
İç savaş söylemi ile silah satışı arasındaki doğru orantı bununla sınırlı değil. İran'ın nükleer silah yapma tehlikesini insanlık namına en büyük felaket olarak sunan, bu gerilimi sürekli gündemde tutan Amerika'nın kısa günün karı denilebilecek kazancına dikkat eden var mı? İran tehlikesine karşı Körfez bölgesindeki silah satışlarının toplam rakamı böylesi bir gerilimi tırmandırmaya neden gerek olduğunu düşünmeye yeter de artar bile!
'İran korkusu', petrol zengini Körfez ülkeciklerinin paralarını silah tüccarlarına taşırken bölgedeki entegrasyonun, İran'la ortak zeminde buluşmayı engellediği açık. Ancak burada özellikle vurgulanması gereken husus; İran'ın, rejimleri ne olursa olsun, bölgedeki Müslüman ülkelerle, Sünni dünya ile normalleşmiş bir ilişki geliştirmesini de engelliyor bu süreç. Suriye krizinin Sünni-Şii ekseninde okunması ve bu eksende kırılması, zaten marjinal bir konumda olan İran'ı tümüyle İslam dünyasından koparacak bir işlev görüyor. Nitekim Amerikalı neoconların önde gelen ismi Daniel Pipes'ın Washington Post'ta çıkan yazındaki öne çıkan hususlar bu anlamda tam ibretlik.
Özetle şunu diyor:
'Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi Sünni hükümetler, Alevilere karşı Sünnilerin lehine müdahaleyi seçerlerse bu onların hakkıdır ama bu, Batılıların sorunu değildir.' Ayrıca Suriye'de sonradan gelecek hükümet daha da kötü olabilir türünden hem kışkırtma hem uyarı içeren tezini şu şekilde taçlandırıyor: 'Batılılar Suriye'yle sadece Suriyelilerle ilgili endişeleri yüzünden ilgilenecek kadar güçlü ve güvende değiller.'
Esad sonrası rejimin İslamcıların eline geçmesi tehlikesini ısrarla tekrarlaması bir yana Suriye krizinin sonuçları ve İran konusundaki tespitleri de söylediklerimizi teyit eder mahiyette. 'Şam'ın İsrail ile savaşa girme veya Lübnan'ı işgal etme şansını azaltması, Tahran'a karşı daha büyük bir Sünni Arap öfkesi yaratması ve Müslüman olmayanlar üzerindeki baskıyı azaltması ve son olarak da Ortadoğu'nun Esad'ı destekleyen Moskova ve Pekin'e öfkesini artırmasını' kazanç hanesine yazıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.