İslâm’sızlığın mazeretlerini üretenler
Asrımızda İslâm topraklarında “Halkı olmayan rejimler” ile “Rejimi olmayan halklar” hüküm sürmektedirler. İslâm’sız rejimler halklarını arıyorlar, üretmeye çalışıyorlar, Müslüman halklar da kendi inançlarına uygun olan rejimi arıyorlar. Genelde İslâm coğrafyasında özelde ise ülkemizde bütün çatışmaların, çarpışmaların, krizlerin odak noktası burasıdır. Bu duruma sebebiyet verenler, sebebiyet verdikleri günden bu yana İslâm’sızlığın mazeretlerini üretmekle meşguldürler. Yasalarla, yasaklarla da ürettikleri mazeretleri Müslümanlara kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Sosyal ve siyasal alanda İslâm’sızlığı tercih edenler, çeşitli bahanelerin arkasına sığınarak İslâm’ı reddettikleri bir vakıadır. Bunlardan kimisi çağdaşlarını ve kimisi de atalarını gerekçe göstererek İslâm’ı reddetmektedir. Şunu bilelim ki; atalarını öne sürerek; İslâm nizamını reddedenler ile cahiliye dönemindeki müşrikler arasında hiçbir fark yoktur. Tarih boyunca insanlar; ya kendi nefislerine zulmetmiş, ya başkalarının zulümlerine muhatap olmuşlardır. Kur'an-ı Kerim'deki kıssalarda, bu iki halin haber verildiği sabittir. Peygamberlerin tebliğine karşı direnen kavimlerin ilk sloganları şudur: "-Biz atalarımızın yolundan ayrılmayız." Atalar dini, ölçüsüz saygı ve sevgi üzerine kurulan batıl ve atıl bir sistemdir. Kur'an-ı Kerim'de: "Onlara '-Allah'ın indirdiği hükümlere uyun' denildiğinde onlar '-Hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız' dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, hakikati de bulamamış idiyseler?" (El Bakara Suresi: 170) hükmü beyan buyurulmuş ve bu batıl dinin rüknü haber verilmiştir. Allah’ın tayin edip indirdiği delillere bağlı olan hükümlerde geçmişi büsbütün atmak ve ondan habersiz olarak hep yeni şeyler aramak doğru değildir. Bununla beraber, körü körüne geçmişe taparcasına sevgi beslemek, ne olursa olsun atalar yolunu tutmak ve özellikle ilimden, dinden nasibi olmayan, hata ve sapıklıkları açık ve Allah tarafından beyan edilmiş bulunan ataları taassupla taklit etmek de onları, Allah’a eş ve ortak tutmak, cehâlet ve sapıklıkta boğulup kalmaktır. Bundan dolayı, bir şeye tâbi olma sebebi; eskilik, yenilik veya atalar yolu olup olmaması değil; Allah’ın emrine ve Hakk’ın deliline uygun olmasıdır. Allah’ın emrine uyan ve yaptığını bilen atalara uyulur. Aksine, Hakkın emrini tanımayan, ne yaptığını bilmeyenlere -atalar bile olsa- yine uyulmaz. Bu durum, eskilerde böyle olduğu gibi, yenilerde de böyledir. Bunun için fıkıhta “zarar kadîm olmaz” diye bir genel kaide vardır. “Kadîm, kıdemi üzere terk olunur” genel kuralı da bununla kayıtlıdır. Bu bakımdan eski, hiçbir kayda bağlı olmadan eski olduğu için değil; açık bir zararı bulunmaması yönünden geçerli olduğu gibi, iyiliği ve güzelliği ilmin sebeplerinden biriyle bilinen ve hakkın deliline uygun olup sonradan ortaya konan yeni de geçerlidir. Kısaca, hak ve iyilik ölçüsü, ne eski ve yeni, ne de bilgisizlik ve istektir. Allah’ın emrine ve delile dayanan ilim gerçektir. Bunun için eski olsun, yeni olsun Allah’ın indirdiği delillere bakmayıp da ataların halini, yalnız ata olduklarından dolayı taklit etmek, onları Allah’a eşler tutmak ve hakkı bırakıp hayal ve kuruntulara, şeytanın emirlerine uymak, izince gitmektir
Rasûlüllah (sav)’in sahâbesi, atalar dini ile mücadele etmiştir. Sahabe-i kiram'ın nasıl mücadele verdiği meselesine gelince: Bazı âlimlerin kaydettiğine göre: "Hakikat biz onlara 'Kendinizi öldürün yahud yurtlarınızdan çıkın' diye yazsaydık, içlerinden birazı müstesna olmak üzere bunu yapmazlardı." (En Nisa Suresi: 66) ayeti indiği zaman bir sahâbe: "Eğer Allahû Teâla bize bunu emretse, hiç tereddüt etmeden kendimizi öldürürdük" demiştir. Resul-i Ekrem (sav) sahâbesinin sözünü duyunca, çok sevinmiş ve "-ümmetimin içinde öyle yiğitler var ki, kalblerindeki iman yalçın kayalardan daha sağlamdır." (İbn-i Kesir - Tefsiru'l Kur'an'il Aziym - Beyrut: 1969 C:1 Sh: 522) buyurmuştur. Allahû Teâla'nın rızasını kazanmaya gayret eden sahabe-i kirama; ins ve cin şeytanları, akla-hayale gelmeyecek tuzakları kurmuşlardır. Resul-i Ekrem (sav) "şeytanların kurdukları tuzaklarla ilgili olarak" şöyle buyurmuştur: "-Şeytan Müslüman olmak isteyenlerin önüne geçti ve 'Dinini, babanın, atalarının dinini bırakıp da, Müslüman mı oluyorsun?' dedi. Onlar dinlemediler ve Müslüman oldular. (Şeytan) Hicret edenlerin yoluna çıktı ve 'öz vatanını, malını ve kıymetli her şeyini terk edip, hicret mi ediyorsun?' diye sordu. Müslüman bu vesveseye kulak asmadı ve hicret etti. Şeytan cihada giden mü'minlerin yolunu kesti ve 'öldürebilirsin! Ancak unutma ölebilirsin de!.. Eğer ölürsen; karını başkası alır ve malını paylaşırlar. Gel bu cihad işinden vazgeç!..' teklifinde bulundu. Mücahid dinlemedi ve cihad etti." (Sünen-i Nesai - İst: 1401 K. Cihad: 19)
Bugün şeytanın bu görevini evrensel çapta Yahudi merkezli bir Hıristiyanlar kulübü olan Avrupa Birliği devam ettirmektedir. Adamlar, “Bize teslim olun kurtulun” diyorlar. Daha önce de ....“Yahudi veya Hıristiyan olun kurtulun” diyorlardı. (Bakara 135) Millet olarak bu teklife “Evet” demedik ama yetmiş senedir hükümetlerin hepsi bu davete “Evet” dediler ama onlar halkı muhatap olarak aldıklarından yöneticilerin “evet”ine pek iltifat etmediler. En son olarak Avrupa topluluğuna girebilmek için gidip gelen yetkililer: “Bakın sizin gibi yiyor içiyoruz. Sizin gibi giyiniyoruz. Hanımlarımız sizinle musafaha ediyorlar, hep birlikte pozlar veriyoruz, biz de sizin gibi laiklik ilkesine inanmışız niçin bizi almıyorsunuz?” dediklerinde onlar: “Anlaşmalar yetkililerle yapılmaz. halklarla yapılır. Reisi Cumhur, Başbakan, dışişleri bakanları ölürler, öldürülürler, azledilirler, istifa ederler ama millet devam eder. Siz bizim gibisiniz ama halkınız bizim gibi değil” diyorlar. Dolayısıyla “İslâm Birliği” yerine “Avrupa Birliği”ni Müslümanların önüne koyup Müslümanları buna ikna etmeye çalışanlar, bir zulüm yumağı olan Avrupa hesabına İslâm’sızlığı haklı kılmaya çalışıyorlar. çünkü İslâm Birliği’nde; her yol Roma’ya değil Mekke’ye gider. Avrupa Birliği’nde ise; her yol Mekke’ye değil Roma’ya gider. Ama bu gerçeğe rağmen ahmaklar bilmiyorlar ki; İslâm denize, Müslüman balığa benzer. Balığı denizden çıkardığın zaman yaşayamaz. Dolayısıyla kim üretirse üretsin, kimin fetvasına dayanırsa dayansın, bir bütün olarak ferdin, ailenin, toplumun ve devletin İslâm,’sızlığını gerekli ve haklı kılabilecek hiçbir mazeret geçerli değildir. Bu hususta mükellef olan kişi hangi mazerete tutunursa tutunsun; başlangıcı tuğyan, sonu ise hüsrandır!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.