Bu ramazanlara kolay gelmedik!
Bugün onbir ayın sultanı Ramazanı karşılıyoruz; çoluk-çocuk, kız-kızan, genç-ihtiyar... Yine toplumun tüm kesimleri, bir rahmet ikliminde kucaklaşacak, bir binanın tuğlaları gibi iç içe ve dayanışma içinde olduklarını bir kez daha anlayacaklar. Ya şeytanlar? Bakınız çoğul olarak anıyorum, yani tek bir şeytan değil, şeytanlar?.. Zira artık insanlar gibi giyinen, sosyal hayatı olan, yiyen içen, evlenen ve çoluk-çocuğu olan iki ayaklı şeytanların varlığını da hepimiz biliyoruz.
Efendim, bugün her Müslüman gibi orucumuz önce sahurla başlayacak ve ardından akşam ezanı ile iftar sofraları hepimizi ağırlayacak. Her iftar sofrası denildiğinde gözümün önünden film şeridi gibi yaşadıklarımız geçer. Neler mi? Neler yaşamadık ki? Daha düne kadar bir başbakanın verdiği iftar yemeği bir darbenin ana suçlama dosyasını oluşturuyordu. Düşünsenize, işgal ordularının medyası gibi bir medya Müslüman mahallesinde salyangoz satıyor. Bir bardak suda fırtına koparılıyor. Hayrola, ne olmuş? Başbakanlıkta tarikat liderlerine iftar yemeği vermiş başbakan. Vay hain vay! Vurun kellesini de alem-i İslâma ibret olsun, ardından gelenler bir daha böyle bir cürüm işleyemesinler!
Aynı başbakan, Başbakanlıkta bir cumhuriyet balosu verip Keriman Halisi ağırlasa alkışlanırdı değil mi? Evet. Millete rağmen bu memlekette altıncı kol faaliyeti yürüten bu medyaya rağmen bugünlere nasıl erişebildik? Geçmişten geleceğe küçük bir yolculuk yapıyoruz. Çankayada Abdullah Gül yok, yerinde İsmet İnönü icray-ı zulüm eylemekte. İzmirde dişçilik yapan bir kardeşinin olduğu ve onun da çok büyük bir ayıbı olduğu söylenir. Bu dişçi kardeş, musallidir ve Cuma namazlarını da her Müslüman gibi kılmaktadır. İnönü, kendisini Ankaraya çağırır ve kulağını çeker:
- Duyduğuma göre sen, devamlı olarak Cuma namazlarına gidiyormuşsun, bu benim laiklik anlayışıma aykırıdır. Bir daha gitmeyeceksin!
Söylendiğine göre İnönünün bu kardeşi çok sert tepki gösterir ve bir daha da ölünceye kadar konuşmazlar. Bugün Çankayada Abdullah Gül var ve her Müslüman gibi Cuma namazlarını eda etme hakkını kullanıyor, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da aynı şekilde bu hakkını göğsünü gere gere kullanıyor. Devlet mi yıkılıyor, yooo... Bilakis, böylece devlet, halkıyla barışıyor ve kucaklaşıyor.
Pekiii, bugünlere nasıl geldik? Çalışarak ve kurbanlar vererek! Ne kurbanı canım, Türkiyede Engizisyon Mahkemeleri mi var da diyebilirsiniz. Daha da alâsı vardı: İstiklâl Mahkemeleri! Şapka giymedi diye asılan İskilipli Atıf Hocayı da unutmadık, yine Erzurumda Şapka Kanununa muhalefetten asılan Şalcı Bacıyı da! Hattâ şapka giymeyi reddeden Rize halkını sahilden bombalayan Hamidiye zırhlısını!
Bunlar unutulur mu? Biz unutsak tarih unutmaz ve affetmez. Ardından Ankarada yapılan toplantı, Müslümanlık bizi geri bıraktırdı, toptan Hıristiyan olalım toplantısı şaka gibi değil mi, acı bir şaka. Bu teklifi Kazım Karabekir engeller. Ardından ezan Türkçeleştirilir ve dipçik zoruyla yıllarca böyle okutulur. Ezanı aslına uygun okuyanların yeri artık zindanlardır. Yetmez, 1950 Beyaz Devrimi ile iktidara gelen ve ezanı tekrar Müslümanların istediği şekle sokan DP iktidarı bir 10 yıl sonra devrilir, Başbakan Adnan Menderes ve iki arkadaşı Yassıadada kurulan yeni bir İstiklâl Mahkemesi ile asılırlar. Yüksek Adalet Divanı denilen bu alçak mahkemenin Menderesi asış gerekçesinde ezanı aslına rücu ettirmesi de vardır. İhtilalciler uzun uzun bu konuyu konuşurlar ve ezanı tekrar Türkçeleştirmeye de cesaret edemezler. Ardından 12 Mart, bir 10 yıl sonra 12 Eylül ve son olarak 28 Şubat hep Müslümanların kazanımlarını budamaya yönelik darbelerdir. Bugün nasıl bir lütfa mazhar olduk derseniz ben tüm hocaların, Müslüman entelektüellerin ve Müslüman halkın onca zulme rağmen sabırla çalışarak o kapının önünde zamanın dolmasını beklemeleri ile izah ediyorum. Gönenli Mehmet Efendi çalıştı, Bediüzzaman Said Nursi çalıştı, Hacı Veyszade çalıştı. Bu halkada kimler yok ki? Necip Fazıllar, Osman Yükseller, Ramazanoğlu Mahmud Samiler, Süleyman Hilmi Tunahanlar, Mehmed Zahid Kotkular, Necmeddin Erbakanlar, Kadir Mısıroğulları ve onların sabırla koruğu helva yapmaya talip arkadaşları. Yani bu Ramazanlara kolay gelinmedi. Ne diyordu Üstad Necip Fazıl:
Tohum saç, bitmezse toprak utansın,
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Bu duygular içinde mübarek Ramazanınızı kutluyor ve bugünlere gelmemizde emeği, alınteri olanların Hakka yürüyenlerine Allahtan rahmet, kalanlara ise minnet duygularımı sunuyorum.
Yeniden, daha kazanımlı Ramazanlara!