Türkiye, Suriyenin Kuzeydeki otorite boşluğunu doldurmalı
Suriye’de akan kanı durdurmaya yönelik şimdiye kadar yapılanların tümü sonuçsuz kaldı, diğer bir ifade ile hiçbir şey yapılamadı.
Uluslararası Toplumun iflası BM ve Arap Birliği’nin arabulucusu eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın istifası ile tescillenmiş oldu. Bir yandan da Beşşar Esed’in gitmesi durumunda Suriye’de yönetim kimlerin eline geçecek? Beşşar Esed sonrası iç savaş devam eder mi? sorularına cevap aranıyor.
Muhalefeti temsil eden farklı siyasi yapılanmaların yanında savaşan grupların tek merkezden kontrol edilmemesi Suriye ile ilgili endişe ve korkuları artırıyor. Suriye Ulusal Konseyi, uluslararası arenada kendini ülkedeki devrimin öncüsü olarak gösteriyor. Ancak bu oluşumun farklı muhalif grupları bir şemsiye altında toplayamayacağını anlaşılmaktadır. Bütün bunları bir arada düşündüğümüzde; Esed olmadan da Suriye’de farklı grupların çatışmaya devam etmeleri ve iç savaşın süreceği kuvvetle muhtemeldir.
Suriye’nin en önemli şehirleri ve bu şehirlere bağlı kasaba ve köyler birer harabeye dönerken 20 bin olarak tespit edilen ölü sayısı her geçen gün artmaktadır. Ayrıca ülkenin altyapısı ve ekonomisi çökmüş durumdadır. Kısacası; Diktatör Beşşar ülkenin büyük bir kesiminde etkisini ve kontrolünü kaybetmek üzeredir.
Suriye’de bu gelişmeler yaşanırken Türkiye’de Suriye’deki iç savaştan çok Kuzey bölgesindeki Kürtler tartışılmaya ve konuşulmaya başlandı. Suriye’nin Kuzey bölgesinde ki oluşumlardan PYD (Demokratik Birlik Partisi) ile PKK ilişkisi ve Kuzey Irak benzeri, hatta Bağımsız Kürdistan’a varan bir dizi yorumlar yapılmaya başlandı.
Birçok alanda olduğu gibi bu konuda da Türk basını abartılı haber ve yorumlara yer vermektedir. PKK terör örgütünün Suriye’nin Kuzeyinde Esed güçlerinin çekilmesiyle oluşan otorite boşluğundan yararlanarak bölgede Kürtlerin yoğun olduğu Dêrik, Tirbe Sipîyê, Qamişlo, Amûdê, Dirbêsyê, Serê Kanyê, Tel Ebyed, Kobanî, Ezaz, Efrîn, Heseke, Heleb yerleşim bölgelerini ele geçirmeye çalıştığı doğrudur. Ancak ne PKK ne de “Suriye’nin PKK’sı” olarak tanımlanan PYD’ nin Suriye’deki Kürt toplumu içinde zannedildiği kadar güçlü bir parti değildir.
PYD, bölgede yaşayan Kürtlerin yapılandırdığı 16 partiden birisidir. 2011’de başlayan “Suriye’yi Özgürleştirme” direnişine Kürtlerin katılımını engelleyici faaliyetler içinde bulunmuş ve halen de bulunmaktadır. Yarım asırdır Baas diktatörlüğünün vesayeti altında ezilen Suriye Kürtleri PYD’yi Esed ile gizli bağlantılarının yanında PKK gibi silahlı terör eğilimli olmakla suçlamaktadırlar.
Bütün bunların yanında PYD’yi (Demokratik Birlik Partisi) yok saymak büyük hata olur. Kürt bölgesinde her şeye rağmen hatırı sayılır bir gücü söz konusudur. PKK güdümlü PYD aynı zamanda silahlı bir mücadeleyi de desteklemektedir. Diğer bir gerçek ise şudur; Türkiye, İran, Kuzey Irak ve Suriye’nin Kuzeyindeki Kürtler üzerinde Mesut Barzani’nin kısmen de Celal Talabani’nin yanında Abdullah Öcalan’ın da etkisi olduğu inkar edilemez. Şu bir gerçek; Suriye özgürleşiyor ancak özgürleştikçe de parçalanıyor. Bütün bunlar bir tehlikenin ve Türkiye karşıtı oluşumların var olduğunu göstermektedir.
TÜRKİYE’NİN “TAMPON BÖLGE” OLUŞTURMASI ŞARTTIR
PKK çizgisindeki Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) de içinde olduğu Halk Meclisi ile çeşitli Kürt örgütlerinden oluşan Kürt Ulusal Konseyi, Mesud Barzani’nin ev sahipliğiyle 9–10 Temmuz tarihlerinde Erbil’de yapılan görüşmelerin ardından güçlerini ortaklaştırma kararı almıştı.
Bu kararın ardından yeni bir politik süreç hazırlığı içine giren Kürtler, bombalı saldırıda dengelerin sarsılmasının ardından kendi öz yönetimlerini kurmaya başladı.
Tüm bu gelişmeler PKK’nın alanını genişletmektedir. Kuzey Irak’tan sonra Suriye’nin Kuzey’inde kendine yer ve destek bulacağı muhakkaktır. Kuzey Irak benzeri bir yapılanma Suriye’nin Kuzeyi’nde gerçekleşmesi ihtimal dışında tutulmamalı. Elbette Suriye Kürtlerinin hak ve özgürlüklerine kavuşması bizi rahatsız etmez aksine mutlu eder. Ancak terör örgütü PKK’nın bölgede yer edinmesi ve bölgeden destek alması bizim kabul edebileceğimiz bir durum asla olamaz.
Türkiye olarak hiçbir komşu ülkenin topraklarında gözümüz yok ancak bizim de toprak bütünlüğümüz ile güvenliğimize bölgemizde bulunan herkes tarafından saygı duyulması gerekmektedir. Bu bağlamda Dış İşleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Kuzey Irak yönetimi başta olmak üzere çeşitli kesimlerle görüşmeler gerçekleştiriyor olması çok faydalı ve de çok önemlidir. Bölgesel faktörler ve bölgesel ittifaklar ile var olan dengeler de nazari dikkate alınarak gerçekleştirilen bu temaslar sonrasında bir “tampon bölge” oluşturmak üzere Türkiye, Suriye’nin Kuzeyine girmelidir.
Beynelmilel hukuk bu müdahaleye cevaz vermekte olup tarihte örnekleri de mevcuttur. ABD güvenliğini bahane ederek binlerce km uzağındaki Libya, Sudan ve Afganistan’ı bombalarken Irak ve Afganistan’ı işgal edebiliyorsa bizim de hemen yanı başımızda 911 km uzunluğundaki sınır bölgemizle komşu olduğumuz Suriye’nin Kuzeyine girmek ve kendi güvenliğimizi sağlayacak şekilde bir “Tampon Bölge” oluşturmamızı zaruri kılmaktadır. Bu bizim için hem meşrudur hem de şarttır.
Bu müdahalenin asla bir işgal veya Suriye’nin içişlerine karışmak olmayacağı çok iyi anlatılmalıdır. 911 km sınırı nedeniyle kaybolan devlet otoritesinin yeniden sağlanacağı zamana kadar Türkiye’nin güvenliğini tehdit ederek kontrol dışı unsurların at oynatacağı bir alana dönüşmemesi için böyle bir girişimin zorunluluğu izah edilerek bu müdahaleye “uluslararası meşruiyet” kazandırılmalıdır. Türkiye beynelmilel hukuktan doğan haklarını kullanmakta hem gecikmemeli hem de tereddüt etmemelidir. Aksi halde bazı küçük hatalar çok acı sonuçlara sebep olacağı şimdiden hesaplanmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.