Yeni Anayasa ve koruma yasası
Terör gündeminin kopardığı gürültü arasında kamuoyunun unuttuğu, ilgisini asgari düzeye indirdiği anayasa çalışmaları, kurulan komisyonca, ittifak şartı çerçevesinde devam ettiriliyor. Ancak yeni anayasanın toplumsal ihtiyaçları karşılayıp karşılamayacağı, beklentilere cevap verip vermeyeceği soru işaretleri taşıyor. Nitekim bunun en yeni örneğini, anayasa metnine girmesi için AKP tarafından verilen başörtülülerin kamuda çalışabilmesine imkân verecek teklifin geri çekilmesinde gördük.
Yani demek oluyor ki, eski tas, eski hamam. Sadece tellaklar değişecek. Bir de sütü bozuk bir natırın eline düşersek, vay halimize!
Oysa yeni anayasanın birincil işlevi, devleti bireye ve topluma karşı korumak değil, birey ve toplumun bir örgütlenme biçimi olan devletin, bireye ve topluma tahakkümünü önlemek; yani bireysel ve toplumsal özgürlükleri korumaya alarak devletin gücünün tasallutundan korunmasını sağlamak olmalıydı. Yeni anayasa devlet içi hegemonya mücadelesinden bireyin ve toplumun korunmasını temin edebilmeli; rejimi yeniden biçimlendirerek esas aldığı toplumsal değerlerin mahkûm edildiği ideolojik kampanayı kırabilmeliydi. Ama öyle olacağa benzemiyor.
Şimdi yeni anayasanın acilen çözmesi gereken temel sorunlardan birine dikkat çekmek istiyorum; Koruma Yasası...
Biliyorsunuz, 1951de Menderes tarafından çıkarılan 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun, Mustafa Kemale adeta uluhiyet kazandırarak hukuk sistemine nahoş bir biçim veriyor. Tarihi yoklarsanız, o zamanın CHPsi, bu yasaya anayasaya aykırı diye karşı çıkmıştı. İş bu 5816 Sayılı yasa, fiilen, eğer Atatürke dayandırırsan, yırtarsının hukuk metni biçimine getirilmiş halidir.
Atatürkü tartışmayı yasaklamak, rejimin tıkandığı noktada ilerleyişin önünü de tıkamak demek değil midir? Çünkü ne yapılıyorsa Atatürkçülük adına yapılmıyor mu?
Atatürke özel bir kanun çıkartılarak bir ideolojik imge tasarlanmış; bu imgeye adetada tapınırcasına itaat etmek ve imgenin kuşatıcılığı altında kalmak kutsal bir resmi vazife olarak lanse edilmiştir. Yoksa, bir insanı dokunulmazlık zırhıyla kuşatarak kutsal bir mertebeye çıkarmanın başkaca nasıl bir anlamı olabilir?
Öyle bir yasa ki, Atatürkün de hatalar yapabileceğini, yaptıklarının yanlış olabileceğini, söylediklerinde isabetsizlik bulunabileceğini inkârı esas alıyor. Eleştirmek yok, hatalara işaret etmek yok, yaptıklarında kusur aramak ya da bulunan kusurları izhar etmek yok. Sanki ilahi bir kaynaktan gelmiş gibi, sanki kati doğrular silsilesiymiş gibi, sanki yenilenmeye ya da değiştirilmeye ihtiyacı yokmuş gibi bir yasal dayatmayı hukuk adına icra ediyor. Allahtan gelen vahye dogma diye itiraz eden resmi zihniyeti iktidar ederken, Atatürkün söylediği her sözü, yaptığı her işi kutsallaştırıp dogmalaştırıyor ve bunu kabule bütün bir toplumu icbar ediyor. Adeta beyni, aklı, düşünceyi, vicdanı yok sayıyor. Sanki Atatürk herkes adına her şeyi düşünmüş, tasarlamış, yapıp çatmış da başkasının bir şey düşünmesine, yapmasına, söylemesine gerek kalmamış gibi bir vahameti adli korumayla tahakküm derecesinde dayatıyor.
Yasaya göre, Atatürkü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürkün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir. Yani büstü kirletirseniz, 5 sene hapis alabileceksiniz. Bir büstün kirletilmesi, bir insanın 5 yıl toplum içinden uzaklaştırılmasını, akıl, düşünce ve bilek gücünün işlevsiz bırakılmasını, üretkenlikten alınıp tüketici konumuna itilmesini, hayatının 5 yılının yok edilmesini, sonra da topluma yabancı ve küsmüş, içi kin ve zıtlıklarla dolmuş olarak toplum içine salınmasını gerektiriyor. Bu nasıl bir garabet böyle?
Bir de şuradan bakalım. Bir insanı kanunla korumaya alarak sevdirebilir misiniz? Mesela bana sevdiremediniz işte. Her tarafa heykellerini, büstlerini, resimlerini astınız. Yetmedi, yollara, caddelere, sokaklara, meydanlara, hemen her yere adını verdiniz. Yetmedi, eğitim müfredatına koyup körpe beyinlere enjekte ettiniz. Yetmedi, devletin siyasi, hukuki, sosyal, iktisadi ve benzeri bütün neyi varsa oraya kazıdınız; her şeyi ona göre yapıp çattınız.
Ama yine yetmedi, milletin gönlüne yazamadınız bir türlü. Onun için de tuttunuz, koruma kanunu çıkardınız. Peki, butün bunlara rağmen sevdirebildiniz mi? Zorla mı sevdireceksiniz? Gönüllere hükmedebilir misiniz? Sorulmasını, sorgulanmasını, eleştirilmesini, hatalarının bulunmasını, eksiklerinin tamamlanmasını, yaptıklarının değiştirilmesini yasakladığınız müddetçe sevdiremezsiniz. Sadece toplumsal nefreti artırırsınız, o kadar.
Oysa dayatmasaydınız, belki de toplum, ülkenin belli bir döneminde önemli bir işlev görmüş bir komutan ve devlet adamı olarak daha fazla sevecekti. Ama bunun önünü de kendi ellerinizle kestiniz. Kanun zoruyla sevginin olamayacağını anlayınız artık.
Kanaatimce, yeni Anayasa ile çözüme kavuşturulması gereken en önemli hususlardan biri, Anayasanın bir şahsın fikriyatının biçimlendirmesinden kurtarılması ve koruma yasasının kaldırılmasının yolunun açılması olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.