Barışı kayır,savaşa hayır!
- Lütfü Bey; Suriye’deki diktatörlük rejimi ile muhalif halk arasındaki iç savaş sürerken, Türkiye ile Suriye’nin arası da giderek gerginleşiyor. Suriye’nin uçağımızı düşürmesi, attığı topların bazılarının topraklarımıza düşüp vatandaşlarımızı katletmesinin ardından biz de Suriye’ye ait bir yolcu uçağını zorla havaalanımıza indirdik. Nasıl yorumluyorsunuz bu olanları?
- Suriye’de iç savaş çıkmasında, Türkiye ile Suriye’nin savaşacak hale gelmesinde emperyalist kışkırtmaların, mezhepsel yaklaşımların büyük payı vardır. Ancak bu savaşı başlatan ilk kurşunu, başında Beşar Esad’ın bulunduğu Suriye’deki diktatörlük rejimi atmıştır. İşin bu noktaya gelmesine Suriye’deki diktatörlük rejimi yol açmıştır. Suriye’deki rejim zorbalıkla halkın tepesinde kalmaya çalışmaktadır. Özgürlük isteyen, özgür seçim isteyen halkın üzerine tankla, topla saldırmaktadır. Halkına güvenen bir rejim bunu yapar mı? Aksine, halkına güvenen bir rejim tüm dünyanın gözü önünde özgür bir seçim yapmaz mı? İşte sorunun temelinde de bu yatıyor. Suriye rejimi özgür seçim yapmayı, halkın iradesine başvurmayı göze alamıyor. Bakın başında ABD’nin bulunduğu dünyadaki emperyalist, kapitalist sistem, Venezuela’nın sosyalist Devlet Başkanı Hugo Chavez’in bir an önce yıkılmasını istiyor. Ancak Chavez her seferinde halkın iradesine başvuruyor, özgür seçim yapıyor. İşte birkaç gün önce Venezuela’da bütün dünyanın gözleri önünde yapılan özgür seçimi Chavez üçüncü kez kazandı. Başta ABD olmak üzere emperyalistler, kapitalistler, Chavez’in karşısındaki adayı var güçleriyle desteklemesine rağmen, Chavez yine seçimi kazandı. Venezuela’da kapitalizm kaybetti, sosyalizm kazandı! ABD’nin başında bulunduğu emperyalist, kapitalist sistem bu sonuçtan hiç memnun olmasa da bunu kabullenmek zorunda kaldı. Halkına güveniyorsa eğer, Beşar Esad da tıpkı Hugo Chavez gibi tüm dünyanın gözü önünde özgür seçim yapsaydı. Özgür seçimden çıkacak sonucu herkes ister istemez kabullenmek zorunda kalırdı. O zaman Suriye’de iç savaş da çıkmazdı; Türkiye ile Suriye arasında bir savaş çıkması söz konusu da olmazdı. “Barışı kayır, savaşa hayır!” diye özetleyebileceğim çağrıya, Beşar Esad ne yazık ki kulaklarını tıkadı.
“MEDYAYIZ” DEDİLER,MİLLETİ YEDİLER!
- Batırılan bankalar kanalıyla halkın yüzlerce milyar dolarının hortumlanmasına yol açan 28 Şubat darbesinin tetikçiliğini yapan ve kendilerinin de bankaları olan medya patronlarının, yöneticilerinin şimdi Meclis’te ifadeleri alınıyor. Gazeteciler.com sitesinin “Medyanın çürümesine, yozlaşmasına, hortumculuk, tetikçilik yapmasına karşı ilk isyan bayrağını açan Lütfü Oflaz’dır” dediği bir kişi olarak bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Medya patronlarının banka sahibi, holding sahibi olması ve medyanın güç odaklarına tapması sonucunda çürümesi, yozlaşması üzerine bu medyanın bana sunduğu başyazarlık konumunu bırakıp, sine-i medyadan sine-i millete dönmüştüm. Ancak medyanın bu hale gelmesine gösterdiğim tepki yüzünden meslektaşlarımın beni tek başıma bıraktıklarını görmüştüm. Ben sine-i medyadan sine-i millete dönerken, meslektaşlarım olan köşe yazarları, köşeyi dönmeyi tercih ettiler. Köşeyi dönüp köşe yazar olmayı tercih ettiler! Yazar değil yazarkasa olmayı tercih ettiler! Ve holding medyasının patronları da, yöneticileri de, köşe yazarları da giderek zenginleştiler. Peki kimin parasıyla zenginleştiler? Sahip oldukları medya gücüyle devletten haksız ihaleler alınması, özelleştirilen devlet kuruluşlarının ucuza kapatılıp pahalıya satılması gibi yöntemlerle zenginleştiler. Sahip oldukları bankalar kanalıyla devletten yüzde 10 faizle para alıp, bu parayı yüzde 135 faizle yine devlet kuruluşlarına satmak, medya yöneticileri ile generallerin yönetim kurullarında birlikte görev yaptıkları bankaların içini boşaltmak gibi yöntemlerle zenginleştiler. Kısacası, milletin, devletin parasını hortumlayarak zenginleştiler. Nitekim bu holding medyasının yöneticileri de, köşe yazarları da bugün inanılmaz servetlere, paralara sahipler. 28 Şubat darbesine ortak olup milletin evlatlarına zulmedenler, milletin yüzlerce milyar dolarını hortumlayıp iç edenler şimdi “Artık olan oldu; geçmişi unutalım; beyaz bir sayfa açalım” diyorlar. Kuru bir özürle işin içinden sıyrılmak istiyorlar. Var mı öyle? Yediklerinin, içtiklerinin hesabını ödemeden nereye? Onun için diyorum ki, yargı bunlara “Gazeteci maaşınızla böylesine büyük servetlere nasıl sahip oldunuz” diye hesap sormalı. Tedbir olarak da servetlerine el koymalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.