Silivrideki bir paşanın bir gecelik rüyası
12 Mart 1971 darbesinde bir harb okulu öğrencisi idi. Komutanlarının ülke yönetimine el koyması onu ister istemez heyecanlandırmıştı. Radyoda marşlar çalınıyor, yasadışı bir bildiri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde okutuluyor ve mecliste de Hasan Korkmazdan gayrı itiraz eden çıkmıyordu. Bu arada jetler Meclisin üzerinden alçak uçuş yapıyor ve kulakları sağır eden bir tonla aşağıdakilere korku salıyorlardı. O günlerde komutanlarının astığı astık, kestiği kestikti.
Öyle ya, vatanı kurtarıyorlardı. Bu harp okulu öğrencisi genç bir teğmen olarak orduya katıldığında hep bir gün vatanı kurtarmayı hayal dünyasının baş köşesine oturtuvermişti. Öyle ya en iyi subay, vatanı kurtarmak için darbeler tarihini ezbere bilir ve 40 yıllık ömrüne en azından 3 darbe sığdırmayı vatani bir görev addederdi. Gün oldu devran döndü, o da her 10 yılda bir darbe yapılacağını bildiği için yıl saymaya başladı. Sonunda 1980e gelindiğinde yüreği kıpır kıpır olmaya başladı. Nihayet öğrenci olarak değil, bir yüzbaşı olarak bu heyecanı yaşayacak ve bizzat vatanın kurtarılması hazzını yaşayacaktı. Bir gece silah kuşandılar, artık tüm yurtta tanklar yürüyecek ve tüm düşmanlar helak olacaklardı. O gece sokaklarda ne kadar seyyar kokoreççi, pilavcı, kestane satıcısı varsa hepsini topladılar. Bir de baktılar ki ülke çapında 700.000 kişi hapishanelere doldurulmuş, oralarda yetmediği için stadyumlar hapishane yapılıvermişti. Vatan düşmanlardan kurtarılmalıydı! Vatan için binlercesi feda olsundu. Bunun için sayısız genci sakat bıraktılar, astılar, dayanamayanlar intihara teşebbüs ettiler, ne gam... Önemli olan vatandı. Bu arada normal düzene geçildi kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya varır, ya da zurnacıya demişler. Millet yine onların istediği partiye değil, kendi istediğine dönüvermişti. Onların üstünden sopayı eksik edince yoldan çıkıyorlardı. Nitekim 28 Şubatta tekrar bunların hizaya getirilmesi icabetti. Onu da başarı ile yaptılar. Yalnız bu defa hem Karadenizli, hem de Kasımpaşalı bir adam çıkmıştı karşılarına. Demir leblebi mübarek. Bazen mehter gibi bir adım geri çekiliyor, sonra uzun boylu olduğu için sırık atlama yaparak daha ileriye atlıyorlardı. Bir gün vatanı kurtarma planları yaparken, bir anda işler tersine döndü ve bir anda kendilerini kurtarma derdine düştüler.
Artık paşa da olmuştu ve bu durum ona giran geliyordu. Bir gece Silivrinin kapıları açıldı ve arkadaşları darbe yaptıklarını, tekrar yönetime el koyduklarını, kendisini de darbenin başına getirdiklerini söylediler. Gıcır general elbiselerini giydi, çizmelerini çekti ve ilk emrini verdi:
- Geçen hafta bir dergiye Bugün darbe olsa tankların üzerine çıkarız diyenleri toplayın dedi. 2 saat içinde hepsi Taksimde içtima oldular. Paşa sıra ile hepsini tek tek süzdü:
- Ulan dedi, aha darbe yaptık, tankların üzerine çıkın da görelim.
Hasan Celal Güzel, 20lik bir delikanlı heyecanı ve çevikliği ile tankın üzerine fırladı:
- Paşa, paşa milletin iradesi üstünde irade yoktur, bu darbe kanunsuzdur, bu millet bir gün size bunun hesabını sorar.
Paşa, emir subayına döndü:
- Hasan Celal Güzel dışında hepsini tutuklayın. Bu dalkavuklar her gün bize gelip, kurtarın bizi paşam, ordu göreve diye ağlıyorlardı. Ne zaman Silivriye düştük, hepsi demokrat kesildi ve tankların üzerine çıkmayı bile konuşur oldular. Hepsine iki yıl kışlada mıntıka temizliği yaptıracağım. Sonra da iki yıl Silivride mahpusluk. Cezalarının gerekçesi de paşaları arkadan vurmak!
Tam bu sırada bir diğer paşa, arkadaşını uyandırdı:
- Yahu bu gece çok sayıkladın, dün geceki köfteler çok tuzluydu galiba. Sırılsıklam da terlemişsin. Bir duş al iyi gelir, zira bugün duruşman var, şık olmalısın.
Silivrideki paşanın bir gecelik rüyası böyle bitmişti. Rüyada da olsa bir darbenin başına geçmek ve vatanı kurtarmak güzeldi.
Aaahh, ah... Bir de kendisini kurtarabilseydi!