Komplonun berisindeki AK Parti ve laiklik
Son iki yıldır Türkiye'de yaşanan olaylar Türkiye'nin sosyolojisi üzerine, özellikle siyasal sosyolojisi, laikliği, modernleşmesi, milliyetçiliği üzerine yazılıp çizilenleri baştan aşağıya yeniden gözden geçirmeyi gerektiriyor. Bu konuda şimdiye kadar söylenen şeyler, örneğin Ergenekon diye bir yapılanmanın sosyal olgular üzerine etkisini yeterince hesaba katmadığı için yaşanan bütün çatışmaları, gerilimleri, gelişmeleri muhtemelen toplumun kendi sosyolojik gelişiminin sınırları içinde değerlendiriyorlardı.
Toplum tabii ki farklı kesimlerden oluşur ve bu faklılıklar doğal gerilim alanları oluşturur. Siyaset zaten nihayetinde bu farklılıkların rekabetinin düzenlendiği bir alandır.
Sosyal bilimlerde komplolara gereğinden fazla prim vermeye karşı haklı bir duyarlılık da vardır. Sebebi basittir: Kanıtlanamayan komplo söylentilerinin (“teorisi” demeyelim artık) spekülatif sosyal kurgu-bilimden çok da ayırt edilememesidir ki, bu söylentilere itibar etmekle hiçbir bilim geleneği oluşturulamaz. Ayrıca güçlü bir kanıya göre komplo var olduğu durumda bile etkisini, komplonun berisindeki güçlü sosyolojik etkenlerle buluşabilmesine borçludur.
Oysa Amerikalı ünlü sosyolog C. Wright Mills, İktidar Seçkinleri isimli kitabında sosyologların olup bitenleri sadece görünenler düzeyinde ele almalarının onları çok komik durumlara düşürdüğünden bahsediyor. İktidarın varlığı veya değişimi hiçbir zaman meşru veya görünen siyasal-sosyolojik süreçlerin sonucunda veya anayasal güçlerin kendi rollerine uygun davranışlarının sonucunda değil, aksine Pentagon, Wall Street ve Kongre gibi güçlerin yasal olmayan ittifakları veya çatışmalarıyla belirlenir.
Ergenekon süreci Türkiye'de yıllardır laiklik, çağdaşlık veya irtica hakkında üretilmiş bütün entelektüel veya bilimsel birikimin çocuksu bir analiz düzeyinde kaldığını da gösteriyor. Birileri için “yaşam tarzı”, felsefi görüş, değerler bütünü gibi anlamlar ifade eden ve bu uğurda bir çok gerilim ve çatışmaya değer bulunan kavramın aslında birileri için sadece basit bir iktidar enstrümanı olduğu ve çok kolay harcanabildiği de görülüyor.
Nitekim Ergenekon operasyonu ve bir aşamasında AKP'ye karşı açılan kapatma davası sonrasında yaşananlar dolayısıyla bugün Türkiye'nin laik mahiyeti veya gelişimi hakkında herhangi bir düzeyli tartışmanın bir münasebetinin bile kalmamış olması sizce dikkat çekmiyor mu?
Ergenekoncuların son elli yıldır en güçlü iktidar enstrümanları laiklik ve irtica eksenli bir söylemdi. AKP'ye kapatma davasının tek gerekçesi de partinin laikliğe karşı hareketlerin odağı olması yani kısaca laiklik. Ama bugün laikliğe ilişkin akademik veya felsefi bir tartışma için bir yıl önceki seviyede bile değiliz. Mahalle baskısı, Türkiye'nin Malezyalaşması, devletin farklı inanç mensuplarına karşı tarafsızlığı, vatandaş katılımına dayalı bir devlet modeli gibi kavramlar konusunda iyi-kötü Türkiye'de kat edilmiş hatırı sayılır bir entelektüel mesafe vardı. Şimdi ise bu mesafenin bir operasyon bir kapatma davasının karşısında bir anda münasebetini yitirmiş olması gibi bir durum söz konusudur.
Bu noktaya gelmiş olmamız bir açıdan çok hayırlı bir şey tabii. Güdümcü veya güdümlü bir gündemin getirdiği ve tartıştırdığı konuların sahne arkası görülüyor şimdi. Belki bundan sonra daha verimli ve sağlıklı bir vatandaşlık, özgürlükler, demokrasi ve laiklik tartışması yapılabilir.
Bana bunları bugünlerde okuduğum bir kitabı akıp giden gündem içinde konu etme konusunda yaşadığım zorluk düşündürttü. Bilkent üniversitesi'nden değerli siyaset bilimci ümit Cizre'nin sosyal bilimler alanında en prestijli yayınevlerinden Routledge'dan çıkan kitabı Secular and Islamic Politics in Turkey: The making of the Justice and Development Party (Türkiye'de Laik ve İslami Siyaset: AKP'nin Ortaya çıkışı, Londra, 2008) başlığını taşıyor. Kitap tabii ki hem kapatma davası hem de Ergenekon soruşturmasının dar ufkunun dışında üretilmiş, dahası bu dar ufukta neleri yitiriyor olabileceğimize dair kendiliğinden bir uyarı gibi geliyor.
Kitap Cizre'nin yanı sıra Menderes çınar, Burhanettin Duran, Ahmet Yıldız, Kenan çayır, Ali Resul Usul, İbrahim Dalmış ve Ertan Aydın'ın yazılarından oluşan bir derleme. Makalelerin her biri AKP'yi bir parti veya temsil ettiği kimlik düzeyinde ortaya çıkaran sosyolojik ve siyasal süreçlerin analizini yapıyor.
Türkiye, hangi odak neyi niyetlemiş olursa olsun, 28 Şubat sürecinde maruz kalmış olduğu ölümcül bir ilişkiler ağından kurtulma sürecine girmiştir. 2002 yılından itibaren asker-sivil siyaset dengesi yeniden kurulma yoluna girdi. AB eksenli bir siyasetin de belirleyici olduğu bu sürecin en önemli aktörü AKP olmuştur. AKP rolünü askerle doğrudan bir çatışmaya girmekten ısrarla kaçınarak, ama kendi reform siyaseti içinde bir çok aktöre yeni roller dağıtarak oynamaya çalışmıştır.
Cizre'nin de kaydettiği gibi asker de bir blok olarak, AKP'nin etkisini azaltmış olduğu MGK ye-rine başka kurum veya kanallar üreterek siyaset sahnesi üzerinde etkili olmaya çalışmış, ama görünen kadarıyla bu süreç de askerin daha dengeli bir demokratik siyaset çizgisine çekilmesiyle sonuçlanacak gibidir.
Türkiye'nin demokratik müzakere ortamının, (yine de büyük konuşmayalım) komplonun berisinden görünen resmi galiba bu.