Medeniyet ve Değişim sempozyumu
Geçen hafta sonu (3-4 Kasım) 29 Mayıs Üniversitesi, İstanbul Araştırma ve Eğitim Vakfının (İSAR) düzenlemiş olduğu Medeniyet ve Değişim başlıklı uluslararası bir sempozyuma ev sahipliği yaptı. 15 ülkeden ilim adamının katıldığı programda araştırmacılar çeşitli perspektiflerden medeniyet ve değişim arasındaki ilişkiyi ele alan sunumlar yaptılar.
Seferi olmam sebebiyle sempozyumun ikinci gününe katılamadım maalesef. İlk gününde ise katıldığım oturumlarda, konuşmacılar, uzmanlık alanlarına göre sabit değerlerle değişkenler arasında kurulması gereken denge, değişimin sınırları, neler değişmeli ve yapılması gerekenler gibi konular üzerine yoğunlaştılar. İngilizce, Arapça ve Türkçe sunulan tebliğler arasında önemli tesbitler yer aldı.
İSAR Genel Başkanı Prof. Dr. Recep Şentürk açılış konuşmasında; bugün, Batı dünyasında medeniyetle ilgili çalışmaların bir analiz ünitesi olarak yer almaya başladığını belirtti. İslâm tarihinde ise bunun Batıya nazaran erken dönemlerde İbni Haldunla, daha doğrusu onu ortaya çıkaran ilim adamlarıyla başladığını, bir anlamda medeniyet okumalarında Müslümanların öncü role sahip olduğunu söyledi. Osmanlıda da bu çalışmaların çok önemsendiğini anlattı.
Şentürk Hoca, Batının medeniyet söylemlerinde megoloman duruşa dikkat çekerek, onların; Medeniyeti M (İngilizce; Civilization, C) büyük harfiyle yazarak tek bir medeniyet varmış gibi sadece Batı Medeniyetine atıf yaptıklarını ve diğer medeniyetlere karşı dışlayıcı bir pozisyon aldıkları eleştirisini yaptı.
Biz de, Batının bu egosentrik söyleminin derinlerde yatan öteki nefretini kendi içinde yaşayan Batılı olmayan azınlıklara karşı kışkırtıcı işlev gördüğünü birçok örnek üzerinden bu köşede zaman zaman ele almıştık.
Konuşmacılar arasından Libyalı diplomat ve düşünür Arif Ali Nayedin dünle bugün arasında kurulması gereken ilişkinin doğası ve mantığı üzerine yaptığı konuşma ise, ufuk açıcıydı. Libya devriminin Nayed gibi akil insanlara sahip olması gerçekten bir şans.
Nayedin kelam ilminin ele aldığı ve çözüme bağladığı meselelerin bugünün diline aktarılması gerektiği tesbitleri önemliydi. Dünden kopmak aslında gelecekten kopmaktır. O da dünden gelen âti olmanın medeniyetimizi yeniden üretmek için olmazsa olmaz yönüne açıklıklar getirerek sürekliliğin hayatiliğine vurgu yaptı.
Bunu yaparken modern dönem siyasi selefi hareketin Eşarî ve Maturidîliği dışlayan Ehli Sünneti daraltıcı tavrının doğru olmadığını, bunun bizi İslâm ilim mirasının yüzde 90dan fazlasını inkâra götüreceğini ve dolayısıyla çağdaş ihya hareketini akim kılacağını ve muhtemel iç çatışmaları da tetikleyeceğini, böylece enerjimizi toprağa verme tehlikesi barındırdığı tesbitlerini yaptı.
Sempozyumda, ben de çağdaş dünyada hadis yorumcusu üzerine bir tebliğ sundum. Hadis yorumcusunun özellikle hadis ilimlerinde ilim mirasımızı çok iyi özümseyip bunu aktif hâle getirmesi gerektiğini söyledim.
Ancak bunun, bugün, değişen sosyal hayatta kendi başına yeterli olmayabileceğini ve bu yüzden hadis yorumcusunun muradı Resulullahı vakaya aktarabilmesi için; Makasıdı Şeria sistemini içselleştirmiş bütünsel bir bakışa, hükmün uygulanacağı zamanın ruhunu, yani modern ve postmodern özü, onun şekillendirdiği ve yön verdiği profan hayatı kavrayan ve gerektiğinde interdsipliner perspektifin sunduğu imkânlardan da yararlanabilen bir kıvama ulaşması gerektiğini örneklerle izaha çalıştım.
İSARın sempozyumda sunulan tebliğleri kitaplaştırıp yayımlaması medeniyet ve değişim ilişkisine ilgi duyanlara katkı sağlayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.