‘Başı açık, beyni kapalı’ zavallılara, ‘ekşi’ bi
İng. The Times gazetesi, başyazılarından birini Türkiye'ye ayırmıştı geçtiğimiz günlerde.. Yazıda, ‘Demokrasiye tehdid, türban değil; kızgın generaller..’ deniliyor ve AK Parti’nin kapatılması dâvası için de, ‘bir yargı darbesi girişimi’ değerlendirmesi yapılıyor ve ‘Bu darbe teşebbüsünün başarılı olması halinde, AK Parti tarafdarlarının sandıklardan umudunu kesmesine yol açabileceği’nin tehlikesine de dikkat çekiliyordu.
Bu satırlar bana AK Parti’nin kapatılması dâvası açıldığı haberinin yayınlandığı ilk saatlerde, yurt dışındaki bir Urfa Restoranı’nda lahmacun yiyen bir TIR şoförünün; tepkisini, ‘Yapamazlar, yaparlarsa (...).. Ben kendi adıma söyleyeyim (...).. 2001’deki Büyük Buhranı biz yaşadık, millet olarak.. Aynı felaketi tekrar yaşamaktansa (...).. Hiç değilse, çocuklarımın geleceği belki daha iyi olur..’ diye ortaya koyuşunu hatırlattı. Bu kişinin, yan masadan, ‘öyle sözler geçmişte de çok duyuldu..’ diyen birisine cevabı ise, ‘Kardeşim, Türkiye artık o Türkiye değil ve ben de artık o eski ben değilim..’ şeklindeydi.. Bunlar, gerçekten de kan tepeye fırlayınca söylenmiş sözler miydi, yoksa, birilerinin çılgınlığına karşı, bir diğer çılgın sosyal tepkiden mi haber veriyordu; bunu şimdiden kestirmek pek mümkün değil...
Konuyu sadece Türkiye içindeki ve dışındaki TC. vatandaşları ve müslüman coğrafyalarındaki toplumlar değil; emperyalist merkezler de yakından takib ediyor. çünkü, sosyal hadiselerin zembereği bir kez boşaldı mı, onun nerede duracağı kestirilemez. Ve, Türkiye gibi çok hassas bir jeo-politik konumu olan bir büyük ülkenin karşılaşacağı bir sosyal buhranın uzağında, etkilenmeden kalmak öyle kolay değildir.. Dış ilgiler, bunun içindir de..
Hele de, yaşanan bunca buhranlardan sonra, önceki siyasî kadrolara nisbetle, -egemen/zorba güçlerin sisteminin koyduğu kurallar içinde de olsa,- şimdi siyasî iktidarda milletin iradesine daha fazla kulak vermeye çalışan ve milletle daha bir bütünleşmek çabasında bulunan bir kadronun bulunması, milletin inançlarıyla savaşarak yaşayanları da daha bir çılgınlaştırıyor..
The Times’dan Janice Turner, ‘Türkiye'deki Büyük Türban Savaşı ve İslâm’ adlı incelemesi için, Türkiye’ye gelip çeşitli çevrelerle görüşmüş, Türkiye’de toplumu derinden etkileyen gizli/açık mücadelenin koordinatlarını yansıtmak için..
Turner, ‘30 yıl önce İstanbul'da sadece hizmetçi kadınların ve kenti ziyaret eden köylülerin başörtüsü taktığını; İslâm'ın, başörtüsü takan kadınların şahsında, zorla değil, ama artan sayılarıyla siyasî iklimi değiştirdiği’ tesbitinde bulunuyor ve mes’elenin can alıcı noktasını, şu cümlelerle ortaya koyuyordu: ‘Ama son yıllarda azimli ve dindar bir orta sınıf yükselişe geçti ve şehirlere yayıldı. Siyasî alandaki sesleri olarak da AK Parti iktidara geldi ve kendilerine olan güvenleri arttı. Şimdi laikler Starbucks'larda, şık restoranlarda ve en iyi üniversitelerde yanlarında başörtülü kadınların oturduğunu görüyorlar.’
Bu tesbiti 25 yıl öncelerde, Prof. Şerif Mardin de yapmış ve, ‘Eskiden, Batılılaşma, her tarafı kuşatmaya çalışırken, Fatih direniyordu.. Şimdi ise, Anadolu Fatihleşmekle kalmıyor, Şişli ve Nişantaşı da ‘Fatihleşmemek’ için direnmeye çalışıyor.’ demişti, özetle..
*EVET, ‘TAİFE-İ LAİCUS’ BİR AVUçTUR, çEKİLECEKLER KABUKLARINA..
Emperyalizmin ‘yaşayış tarzı ve zevkleri’nin ‘giriş kapısı ve üssü’ olarak gördükleri mıntıkalarında, Nişantaşı’nda, Şişli’de yaşamakla kendilerine ‘ayrı bir sosyal ve egemen sınıf’ etiketi yapıştıran ve dünlerde, ‘Taksim’e Câmi yapımına, hayır!’ feryadlarıyla, hattâ bir ‘post-modern darbe’nin goygoyculuğunu yapanlar, o ‘üss’leri kaptırmamak adına, daha bir hırçınlar, şimdi.. Derin bir nefretle dop-dolular.. Şimdi onların, ‘Ayy, Nişantaşı’na da doluştular!’ diye paranoid tepkiler vermesi bunun için.. Ama, kabuklarına çekilecekler..
Dünlerde, -toplumun büyük kesimi ‘taife-i laicus’ eliyle aşağılık kompleksine düşürüldükleri için,- köyden şehre gelen hanımlar, örtülerini başlarının yarısına kadar geriye farkında değilmiş gibi kaydırmak sûretiyle, ayak uydurmaya çalışırken, şimdi onların kızları, o şehirlerde, inançlarını bir yaşama zevkı haline getirmiş olmanın başı dik, şahsiyetli tavrını sergiliyorlar.. Abdullah Gül’ün, Tayyîb Erdoğan’ın ve diğerlerinin refikaları, onların sembolü.. Ve bu bir ‘sosyal iktidar savaşı’dır ki, ‘taife-i laicus’, bu savaşı kaybetmekte olduklarının hırçınlığında şimdi..
Onun için, bu şahsiyetli çıkışa karşı sadece korku değil, bir derin nefret besliyorlar.
Bunun en çarpıcı son örneğini, bir ‘baş-boşyazar’ın eşi olan bir yaşlı kadın prof. verdi; ‘O kadından nefret ediyorum..’ diye bağırarak..
Nefret ettiğini söylediği hanım, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün refikası hanımefendi!.
Gerçekte ise, sadece o değil, onun gibi, kendi hayat anlayışlarına, inançlarına göre yaşamak dikkatinde olan ve inançlarını bir yaşama zevkı haline getirmiş milyonların herbirisi.. Halbuki, istiyorlardı ki, müslüman hanımlar kemalist egemenlerin/mütegallibe taifesinin evlerine- semtlerine, sadece örtülü başları eğik temizlikçiler olarak girsinler!.
Evet, Turner, ‘baş-boşyazar’ın eşi olan psikatri prof’uyla da görüşüp, ona, görüşmek üzere kendilerinden vakit aldığı isimleri arasında, Abdullah Gül’ün refikasının adını da söyleyince.. Psikiatri prof.u olan bu kadın, adetâ bir psikatri kliniği vak’ası imişçesine tepki veriyor, masayı yumrukluyor, ‘O kadından nefret ediyorum!.’ diye tepiniyor..
(Meraklılarına, ingilizcesi aynen, ‘When I say I will be taking tea with Mrs Gul that evening, Dr E... bangs her desk with passion and cries ‘I hate her!’ şeklindeymiş..)
Ne kadar modern ve çağdaş (!) ve de kemalist-laik bir tepki değil mi? Bu tabloyu aktaran, bir ing. gazeteci.. Yalan veya bir çarpıtma varsa, bu prof. kadın, bunu yalanlamalıydı.. Henüz ses-soluk çıkmadı..
Hayrunnisâ Hanım’ın böylesine bir derin nefrete muhatab olması için, onun çok büyük ve hattâ cinayet çapında bir suç işlemiş olması gerekirdi..
Var mı böyle bir şey?
Hem var, hem yok!. çünkü, ‘örtülüler artık Nişantaşı’nı bile doldurmaya başladılar..’ diyenler için, asıl suçlu, Hayrunnisâ Gül ve Emine Erdoğan ve benzeri hanımlar.. Onlar bağışlanmaz bir suç işleyip, düne kadar ‘ayak takımı’ olarak görülenlere, kendilerine güven duygusu ve şahsiyet aşıladılar.. Nitekim, ‘baş-boşyazar’ da geçen yıl, ‘Başörtüsü çankaya’yı da teslim alırsa, bu, bütün ülkede örtünmeyi yüreklendirecektir..’ diye yakınıyordu..
Ama, bu millet geçmişte, hiçbir ‘sorumlu’nun hanımına böyle bir menfi tavır takınmamıştı..
Evet, zorbalar, içine düştükleri yenilgi duygusunun verdiği bir ‘paranoia’ ile, işi, artık tam bir şirretliğe dönüştürmeye başladılar. Her türlü şirretliğe karşı hazırlıklı olmalıyız..
Onlara acıyalım; ama, ahlâklı insanlar, en azından ahlâksızlar kadar cesur da olmalıdır..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.