Tepük caiz mi?
Modern zamanlarda din, sadece kutsal mekânlarla vicdanlar arasına sıkıştırılmış bir olgu haline geldi, getirildi. Yegâne amacı hayatı düzenlemek olan dinin, en hafif deyimiyle sosyal bir zenginlik, bir renk ya da bir nevi garnitür olarak konumlan(dırıl)ması, hayatın da dini ve din dışı olarak ikiye ayrılmasıyla sonuçlandı. Bu ayrışma, öylesine kuşattı ki insanlığı, sadece kendisini bir sistem olarak ortaya koyan ve benimseyenleri etkilemekle kalmadı, hayatını dine göre düzenleme iddia ve gayretinde olan kitlelerin bünyesinde de bir yaralanmaya ve zihinlerde zedelenmeye yol açtı. Oysa din/İslam, hayatı, hiçbir ânını dışarıda bırakmayacak şekilde baştan ayağa kuşatan, insan hayatına nüfuz eden ve onu düzenleme gayesine matuf ilahi bir sistemin adıdır. İslamın Allah inancı, Allahın yetkisinin kısıtlanmasına ya da belli alanlara hapsedilmesine imkân veren bir Allah inancı değildir. Netice olarak hayatın konusu olan her şey, aynı zamanda dinin de konusudur.
Bu anlayışla yola çıkan İstanbul Müftülüğü, Din ve Hayat adı altında yayımladığı derginin 17. sayısını spora ayırdı. Bir müftülük tarafından yayınlanan derginin yayın kurulunun spor konusunu ele alan bir sayı hazırlama işine girişmesinin ardından aldığı tepkilerin değerlendirildiği Editörden aktarılanlar, az önce çerçevesini çizmeye çalıştığım bakış açısının ne kadar da haklı olduğunu apaçık ortaya koyacak cinsten.
176 sayfalık geniş hacimli dergi, özellikle din-spor ilişkisini irdeleyen yazılarıyla adeta bir kaynak eser olma özelliği taşıyor. Örneğin Doç. Dr. Mustafa Tekin Futbol bir din haline mi getirildi? başlıklı yazısında İnsan hayatındaki muhtelif boşlukları dolduracak derecede alanını genişleten futbolun, Fenerbahçe, mabedinde yenildi! türünden başlıklarla nasıl da kitleleri etkisi altına alabilen bir din haline dönüştü(rüldü)ğünü örneklerle ele alıyor. Diğer taraftan Prof. Dr. Vecdi Akyüz de hiç de aşina olmadığımız Asr-ı Saadette İslam başlığı altında Hz. Peygamber ve sahabe-i kiramın sporla olan ilişkisini ele alıyor. Prof. Dr. Tayfun Ammanın kaleme aldığı Bir Modernite Projesi Olarak Spor ve önemli bir tarihçi, iletişimci ve eğitimci olan Doç. Dr. Caner Arabacının incelediği Osmanlı Spor Tekkeleri de derginin dikkat çeken onlarca yazısından sadece bir kaçı.
Dergide ilgimi çeken yazılardan biri de Yrd. Doç. Dr. Özgür Bostancının Futbolun Kısa Tarihi başlıklı yazısı oldu. Başlangıcı değişik biçimlerde insanlığın ilk dönemlerine kadar uzanan ancak günümüzde genel olarak İngilterede ortaya çıktığı ya da sistemleştirildiğine inanılan futbolun, batı dillerinde hep ayak ve top kelimelerinin birleşimi ile elde edilen yerli bir kelime ile ifade edilirken, Türkçedeki kullanımının neden İngilizceden tercüme edilmeksizin alındığını merak eder dururdum hep. Araplar bile küratül kadem ifadesi ile futbolun bir ayak topu olduğunu apaçık ortaya koyarken biz sanırım ayak oyunu ile karıştırılmasın diye böyle bir girişimde bulunmadık.
Ancak Bostancının yazısından Kaşgarlı Mahmudun bin sene öncesinden üstelik de çok klas bir ifadeyle bu sorunu çözdüğünü öğreniyoruz. Kaşgarlı Mahmud, Bağdat'ta 1072 - 1074 yılları arasında yazdığı ve Türkçenin bilinen en eski sözlüğü olan Divân-ı Lügat-it Türk adlı eserinde eski Türk boylarında yalnız ayakla oynanan Tepük adlı bir oyundan söz eder. Tepük, eski Türk boylarında tepmek, tekmelemek anlamlarında kullanılan bir kelimedir.
Tepük kelimesini tuttum. Billboarda duyurumluk, aspiratöre emmeç, eküriye ahırdaş, klipe görümsetme, voleybola uçan top karşılıklarını layık gören Türk Dil Kurumuna da şiddetle öneririm.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.