Abdullah Yıldız

Abdullah Yıldız

Çağın Ebû Leheb’lerinin Elleri Kurusun!

Çağın Ebû Leheb’lerinin Elleri Kurusun!

 

Bugün Tebbet suresindeyiz. Hadis kitaplarında, İbn Abbas’tan (r.a) nakledilir ki: Rasûlüllah’a (s):
 
 
-”Önce yakın akrabalarını uyar!” (Şuara/214) ilahi emri geldiğinde, Rasulüllah (s) Safa tepesine çıktı:
-”Yâ Sabâhâh (Ey sabahın âfeti)!” diye bağırdı. Araplarda bu çağrı, tam sabaha karşı düşmanın bir kabileye hücum etmek için geldiği görüldüğü zaman yapılırdı. Bunu duyan Kureyş’in bütün kabileleri koşup geldiler. Hepsi toplanınca Rasûlüllah (s) her bir kabileyi ismi ile çağırarak, onlara şöyle seslendi: 
-“Şu dağın arkasında bir ordu size hücum edecek desem inanır mısınız?” Oradakiler dediler ki: 
 
-”Evet, çünkü biz senden hiç yalan söz işitmedik.” Bunun üzerine Rasûlüllah (s) şöyle konuştu: 
 
-”Ben sizi ilerideki büyük azap ile uyarıyorum” dedi. Herkesten önce Ebû Leheb tepki gösterdi:
-”Tebbe leke, hel li hâzâ cema’te-nâ? (Kahrolası/kuruyası, bunun için mi bizi topladın?)” dedi. 
Ebû Leheb, Rasûlüllah’ın amcası ve kapı komşusuydu. Efendimize kötülük eder, karısı Ümmü Cemil de ayaklarına batsın diye geceleyin kapısının önüne dikenler koyardı. Rasûlüllah’ın (s) iki kızı, Ebû Leheb’in iki oğlu olan Utbe ve Uteybe ile evliydi. Efendimiz tebliğe başlayınca Ebû Leheb, oğullarına:
 
-”Muhammed’in kızlarını boşamadıkça sizlerle görüşmem haram olsun” dedi. Bunun üzerine oğulları Rasûlüllah’ın (s) kızlarını boşadılar. Hatta Efendimize daha büyük saygısızlıklar da ettiler. 
 
Rasûlüllah İslamî davet için nereye gitse Ebû Leheb de peşinden gider ve oradakileri, Efendimizin anlattıklarına kulak vermemeleri için uyarırdı. Rasûlüllah (s) halka: “Ey insanlar! Lâ ilâhe illallah deyin, kurtulun” der, Ebû Leheb de: “O yalancıdır. Söylediklerine kulak asmayın” deyip O’na taş atardı. Bu sebeple Tebbet suresinde ismi anılarak lânetlendi. Buna özellikle gerek vardı. Zira Rasûlüllah (s), Mekke’ye dışardan gelenlerle her konuştuğunda, öz amcası arkasından giderek karşı çıkıyordu. Arap adetlerine göre bir amcanın sebepsiz yere yeğenine kötü davranması mümkün değildi. O’nu taşlaması ve itham etmesi de imkânsızdı. Bu yüzden Araplar, Ebû Leheb’in muhalefeti nedeniyle Efendimiz (s) hakkında şüpheye düştüler. Bu sure nazil olunca Ebû Leheb’in dengesi bozulup saçmalamaya başladı. İnsanlar da onun deli divane olup sözüne itibar edilemeyeceğine kani oldular. Bu sure ile lânetlenince de müşrikler, Rasulüllah’la din hakkında uzlaşma ümitlerini yitirdiler. Sure, onu şöyle lânetliyordu: 
“Rahman Rahim Allah’ın adıyla. 1) Ebû Leheb’in iki eli kurusun; kurudu da. 2) Malı da, kazandıkları da kendisine bir yarar sağlamadı. 3) Alevi olan bir ateşe girecektir. 4) Eşi de; odun hamalı (ve) 5) Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak.”
 
1) “Tebbet yedâ Ebi Leheb”in manası bazı müfessirlere göre şöyledir: ‘Ebû Leheb’in iki eli kırılsın’. “Tebbet”in; “ölsün, helâk olsun” anlamları da vardır. “Ve tebb”: ‘Ve kurudu da’.
 
Gerçekten de Ebû Leheb, Rasûlüllah’ı yenebilmek için varını yoğunu ortaya dökmüştü. Bu surenin gelişinden sonra 7-8 sene geçmeden vuku bulan Bedir savaşında Ebû Leheb’in arkadaşları olan birçok Kureyş reisinin öldürüldüğü haberi Mekke’ye ulaşınca Ebû Leheb o kadar üzüldü ki ancak yedi gün yaşayabildi. Ölümü de çok ibret verici oldu. Çiçek hastalığına benzer bir hastalığa yakalandı; yakınları bile, bulaşmasından korkarak ona dokunmuyorlardı. Ölümünden sonra üç gün kimse ona yanaşmadı. Cesedi çürüyerek kokmaya yüz tuttu. Ailesi ücretli adam tutarak, cesedini bir hendeğe itip kapattılar…
 
2) “Mâ eğnâ anhü mâlühû ve mâ keseb”: Ebû Leheb ticari yolsuzluk ve fuhuş sektörü ile çok para kazanmıştı. Çoluk-çocuğu da vardı. Ama hastalığa yakalanınca malı da evlâdı da O’na yarar sağlamadı.
 
3) “Se-yaslâ nâran zâte leheb”: ‘O alevi olan bir ateşe girecektir’. 
 
4) “Ve’mraetühû hammâlete’l-hatab: karısı da odun hamalı olarak”. Ebû Leheb’in karısı, dikenli ağaç dalları getirip Efendimizin kapısının önüne bıraktığı için böyle dendi. Yine o fesat çıkarmak için lâf taşırdı. Bu yüzden, Arapça ıstılahına uygun olarak ona ‘odun toplayan kadın’ denmiştir. Ayrıca Araplar fesat ateşini körükleyen veya kendi günahlarını taşıyan bu tip kişilere de ‘odun toplayan kişi’ derler. 
 
5) “Fî cîdihâ hablun min mesed”: ‘Cîd’ gerdan demektir. Ümmü Cemil, gerdanlığı için demişti ki: 
 
-”Lat ve Uzza’ya yemin ederim ki bu gerdanlığı satarak gelirini Muhammed’e karşı kullanacağım.”
Bu nedenle “cîd” kelimesi burada istihza olarak kullanılmıştır. Yani gerdanlık takıp gururlandığı gerdanı cehennemde iple bağlanacaktır. “Hablun min mesed”deki ip de “mesed” cinsinden yani hurma kabuğu, yaprağı veya deve derisi, kılı ya da demir tellerden yapılmış sağlam yapılı bir iptir.
 
İmdi, bugün bizler, bu sureyi okurken; malını-mülkünü, güç ve iktidarını İslâm’ı engellemek için seferber eden çağdaş Ebû Lehepleri: ‘Elleriniz kırılsın/kurusun’ diye lanetlediğimizin bilincinde miyiz? 
 
NOT: Yedi haftadır Tefsir’lerden özetlediğimiz kısa surelerin sohbet videoları için bkz: www.abdullahyildiz.org

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Abdullah Yıldız Arşivi