Serdar Demirel

Serdar Demirel

Yaralı şuur bu olsa gerek

Yaralı şuur bu olsa gerek

Gineli eski bir öğrencim zaman zaman ofisime gelir bazı meseleleri istişare ederdi. Geçen Cuma günü yine gelmişti. Ama bu seferki ziyaret biraz mutadın dışına çıktı.
Arkadaşlarıyla beraber bir klüp kurduklarını heyecanla anlattı. Bu klübü kuranların ortak üç özelliği vardı; Afrikalı olmaları, İslâm Üniversitesi’nde okumaları ve tüm üyelerin eski Fransız kolonilerinden gelmeleriydi.
Benin, Cezayir, Cibuti, Fas, Gine, Mali, Moritanya, Tunus ve şimdi adını hatırlayamadığım birkaç ülke daha..
Bu klübü niçin kurduklarını sorduğumda verilen cevap gâyet mânidar geldi. “Biz, Fransızca dilini yaygınlaştırmak için bu klübü kurduk” demişti çünkü. Benim şaşkınlığımın nedeni, bunların yaptıklarıyla yukarıda zikrettiğim ortak özellikleri arasındaki ters ilişkiden kaynaklanmaktaydı.
Fransızca, yani ülkelerini işgal eden, sömüren, katliamlar yapan ve onlara metazori yöntemlerle kültür aşılayan ülkenin dili!.. Sahih bir tarih şuuruna sahip sandığım bu gençlerin Fransa’ya sempatiyle bakacaklarını, onun adına gönüllü sevgi elçiliğine soyunacaklarını düşünemiyordum çünkü.
“Birisi size eski kolonyal efendilerinizin dilini yaymak size mi kaldı?” diye sorsa ne cevap vereceksiniz dedim. Bu soruyu sordum, zira bu talebeler harçlık çıkarmak için dil öğretmekten öte bir şeyler yapmak üzere biraraya gelmişlerdi.
Eski kolonyal efendinin dilini sistemli bir şekilde yaymak, yaygınlaştırmak ve bunun için yardımlaşmak, ortaya emek koymak ona duyulan sevgiyi, belki de gizli bir aşağılık kompleksini ifade ediyordu.
Bir dil sadece farklı kültür ve coğrafya insanları arasında iletişim kurmaya yaramaz. Bir dil her şeyden önce bir kültüre, o kültüre vücut veren dünya görüşüne, değerler sistemine kapı aralar. Bu yüzden dilin ortaya çıktığı kültür havzasına eğilmeden o dili hakiki manada idrak etmek mümkün değildir.
Bu minvalde bazı izahlar yaptıktan sonra, Müslüman ve antiemperyalist kimliklerine rağmen Fransız kültürünü ve mana dünyasını dil üzerinden Müslümanlara gönüllü olarak taşımanın bu kimlikle bağdaşıp bağdaşmadığını bilhassa sordum.
O da; “Ya aslında biz hiç böyle düşünmedik. Amacımız globalleşen bu dünyada en yaygın olan birkaç dünya dilinden birisi olan Fransızcayı öğretmek, ulaşabildiğimiz Müslümanların ötekiyle irtibatını sağlamasına fırsat vermekti. Nasıl ki İngilizceyi herkes öğreniyor, neden Fransızcayı da öğrenmesinler. Bu insanlarımıza bir zenginlik katar.” mealinde yatıklarına izahat getirdi. Sonra da bu meseleyi diğer arkadaşlarıyla müzâkere edeceğini sözlerine ekledi.
Bu yaşadığım olay gün boyu zihnimi meşgul edip durdu. Hele aynı gün, başta Türkiyeli kız talebeler olmak üzere birçok ülkeden üniversitelinin fedekârca yurt imkânlarında yemek ve tatlı yapıp bunları kampüste satarak elde ettikleri parayla Suriye mazlumlarına manevi desteğin yanında maddi destek de sağlamaya çalışmaları; yaralı şuur bu olsa gerek, dedirtti.  
Ben dil öğrenmeye karşı değilim. Yabancı dillerin kültürel benzeşmeye yol açmadan öğretilmesini de müdaafa ederim. Yabancı dil öğrenmenin sünnet bile olduğuna inanırım. Hz. Peygamber (sas) güzide sahabesi Hasan b Sâbit’ten (ranh) İbranice öğrenmesini istemişti meselâ. Benim şaşırdığım şey, sömürgeci Fransa’nın yaptığı mezâlimler hâlâ hafızalarda canlı iken, onun zulümlerini hatırlatan geride bıraktığı dilin ortak bir değer olarak görülmesiydi.
Bu zihin haritamıza, yaralı şuur dünyamıza ayna tutar nitelikte bir olay. Aksi takdirde celladı hükmündeki ülkeye ve hâlâ onlara “efendi” muamelesi yapan Fransa’ya bu hayranlık duyulur muydu? Bugünlerde Fransa’nın Mali’de yaptıkları bile söz söylemeye hâcet bırakmayacak cinsten değil midir?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Serdar Demirel Arşivi