İslam, “Ulusal” bir değer değilmiş!
İki farklı laiklik. Biri jakoben, diğeri mutedil.. İlki laikliği ideoloji (Kemalizm) gibi, din gibi algılıyor. İkincisi laikliği toplumsal beraberliğin emniyet sübabı olarak yorumluyor.
İki de örnek vereceğim.
Biri YARSAV Başkanı ömer Faruk Eminağaoğlu, diğeri ise 27 Mayıs'ın Anayasa Komisyonu'nda bulunmuş ve CHP hükümetleri döneminde Dışişleri Bakanlığı yapmış merhum Turan Güneş.
Eminağaoğlu, Guardin'a verdiği röportajda AK Parti'nin laik sistemi yok ederek Türkiye'yi İslam devleti haline getirmek istediğini öne sürmüş.
“İtalya'da faşizm, Almanya'da Nazizm ne ifade ediyorsa şeriat da Türkiye'de onu ifade ediyor” demiş.
Tabii “şeriat”ten İslam'ın kastedildiği şu sözlerinde ifadesini buluyor:
“İslam Hıristiyanlık gibi değildir. Sadece inanç alanında uygulanmaz, devleti de düzenler ve yönetmeye yöneliktir”.
Eminağaoğlu 2006'da Cumhuriyet'te yayımlanan “Diyanet İşleri Başkanlığı ve Ulusal Dayanışma” başlıklı yazısında dinin ulusal değerler içerisinde yer almadığı halde ulusal dayanışma ve bütünleşmeyi sağlayan bir unsur olarak 1982 Anayasasına sokuşturulduğunu söylemişti. Ağaoğlu, 1982 Anayasası'nın kurucu gücünü ulusal değerleri, ulusal bir değer olmayan din yoluyla canlandırma düşüncesinin mimarı olmakla suçluyor.
Yani dini, ulusal(milli) bir değer olarak görmek Atatürkçülüğe de laikliğe de aykırı.
Turan Güneş'in yaklaşımı ise şöyle:
“Bugünkü toplumumuzu yapan unsurlardan birinin Müslümanlık olduğunu söylemiştim. Laik devletin de aynı zamanda bir unsur sayılması ilk bakışta bir çelişki gibi görülebilir. Oysa bunlar birbirini tamamlayan unsurlardır.. Ulusal kültürün bir parçası olarak din ile din kurallarının devlet eliyle topluma uygulanması başka başka şeylerdir. Avrupalılar, bugünkü uygarlıklarını meydana getiren unsurların Roma-Yunan uygarlığı ve Yahudi-Hıristiyan uygarlığı olduğunu söylerler. Oysa bu ülkelerde de devlet laiktir. Ama o toplumlara bin yılı aşkın Hıristiyanlık uygulaması belli bir yaşam şekli vermiştir. Kültür unsuru olarak din budur. Bunun gibi, Anadolu toplumu da bin yılı aşkın bir süredir Müslümanlıkla kaynaşmıştır. Laiklik, bu kültür birliğinin, şeriat veya mezhep kavgaları ile bölünmesini önleyen önemli aşamadır. özet olarak şunu söyleyeceğim: Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı devletinin Anadolu topraklarında bin yıldan beri oluşan toplumunun mirasçısı olarak insanlarının beraber yaşama iradesinin en yüksek düzeyde olduğu bir birlik teşkil etmektedir. Atatürk'ün millet anlayışı bunu daha da güçlendirmiştir”
Demem o ki, Türkiye'de 'Atatürkçüler'le 'Kemalistler' arasında da derin bir uçurum var. öyle ki, Toktamış Ateş'in Atatürkçülüğü bile “sahte” görünüyor kimilerine.
Tayyip Erdoğan yerine Toktamış Ateş olsaydı partinin başında ne değişirdi, merak bile etmiyorum. Belli değil mi?
Kemalist mabed yapacaklarmış!
İki gün boyunca Ergenekon İddianamesi'ni okudum. Benim açımdan en önemli tarafı, sanıkların kafa yapılarını ele vermesi. İşin hukuki tarafı yargıçları ilgilendiriyor. O kadar karışık bir kafa yapısı ki müktesabatım yetmiyor kavramaya. Mesela Psikiyatr Prof. Nevzat Tarhan iddianameyi bu gözle okuyup değerlendirebilir.
Adamın biri de “Kemalist Mabed” yapma işine soyunmuş.. Arkadaşıyla yaptığı sohbette nasıl da zırvalamış.. Akademik ünvanı da olan bu adam(ümit Sayın) Mavi Mason'muş bir ara! Aklınca 'Kemalist tarikat' kuracak. Beş kişi'den oluşan bir hücre. İki mum, 1 hançer. Bir Türk bayrağı. Atatürk'ün manevi huzurunda yemin.. Hedef, törensel toplantılar yapan alt gruplar üretmek ve bir virüs gibi alt gruba yayılmak, orduya, aydınlara ve halka.. Ordu, halk alt grup abiler!
“Kemalist Türk Birliği anayasası” da masada olacak.. Bu anayasayı da Prof. İlhan Arsel'le birlikte yazacakmış arkadaş. Arsel, İlahiyatçı Yaşar Nuri öztürk'ü CHP'ye çağıran eski talebesi Deniz Baykal'a “Bu kimlikte bir kimse'nin CHP'de ve Meclis'de nasıl bir yeri olabilir?” diye mektup yazan profesör. Aynı mektupta “Sizin CHP'den aday gösterdiğiniz ilahiyatçı, vahy'in üstünlüğü gibi köhne bir inanışa saplanmış olup 'Kur'an'a dönüş' çağırışlarıyla bu toplumu Atatürk'ün soktuğu çağdaş ray'dan çıkarma doğrultusundadır. Bunun Türkiye bakımından nasıl bir felaket olacağından habersizdir” demiş. Tarikat ayinine dönelim isterseniz.. Ayinde rakı yerine kırmızı şarap içilecek. Kanı sembolize ettiği için şarap daha etkiliymiş(Olmaz mı!). Tarikate katılanların ateist olması şartmış. Yanlış anlamayın, şarap içme zorunluluğu, dindar kişilerin sızmasını önlemek için.. Tabii gruba ilk katılanlara KTB'nin ateist olduğu söylenmeyecek, sindire sindire açıklanacak.. (Tabii canım, sindirmeden olur mu hiç!)
İlhan Arsel'in kitapları okutularak ilkel zihinler ateizme hazır hale getirilecekmiş. çünkü Kemalizm dinsiz ve ateist bir ideolojiymiş. Beyin yıkayarak insanları derece derece alıştırmak lazımmış.. Manyakça bir fantezi işte..
Toktamış Ateş gibiler Atatürk'ü İslama karşı olmayan biri olarak gösterdikleri için “sahte Atatürkçü”ymüşler..
Bakın ne diyor: “Atatürk müslümandır ve Kemalizm İslamı hoşgörülü bir din olarak kabul eder dersen orda iş biter. çünkü İslam'ın özünde ne demokrasi ne de laiklik vardır.”
Falan filan.. Adamın akıl verdiği yarenleri arasında Kemal Alemdaroğlu gibi rektörler, generaller, şunlar bunlar var.
“Biz Kemalist mabed yapımından bahsediyoruz” diyen bu arkadaş emekli generalleri darbe yaptırtmaya kışkırtıyor aklınca.
Alın size numune bir kafa.. Bu yüzden aklınızı oynattım birazcık.
'Ulusalcılık' bu işlerin neresinde?
Şuna buna ajan yakıştırması yapan adamlar birbirlerinden de esirgememişler.. Hem bir arada görüntüsü veriyorlar, hem birbirlerinin el altından kuyusunu kazıyorlar. Hayrettin Ertekin, Güler Kömürcü için “Amerika'ya çalışan ajan bir gazeteci olduğunu düşünüyorum” diyor. Emin Gürses, Veli Küçük'ün Güney Azerbaycan'ı İran'dan koparmak isteyen ve CIA'ya çalışan Azeri bir profesörle ilişkisine dikkat çekiyor. öte yandan Fikri Karadağ ve Taner ünal'ın kurduğu iki derneğin CIA bağlantılı olduğunu söylüyor, şuna buna. Güler Kömürcü ise Nejat diye biriyle yaptığı görüşmede Erol Mütercimler'in ajanlığı falan konuşuluyor. Kömürcü, “Erol 111 denilen özgür Masonlar Locası'ndan” diyor. Nejat “Erol Mütercimler'e Türklerle çerkeslerin arasını açmak misyonu vermişler. Mütercim'i deşifre etmek lazım” diye cevap veriyor. Kömürcü, “Aynı görüşteyim efendim” diyor.. Bir başka görüşmede Kömürcü, arkadaşlarının kendisine güvenmediklerinden yakınıyor. Bütün bunlar sanıkların biribirleriyle ilgili kanaatlerini az çok ele veriyor.
“Türkiye adım adım işgal ediliyor. Yabancılar şu kadar arazi aldılar” diye yeri göğü hoplattılar... Telefon görüşmelerine bakarsak Veli Paşa, İstanbul'da İngiliz şirketine arazi almak için uğraşıyor, bankalarla kredi ilişkisine giriyor. İshak Baruh diye Musevi bir işadamıyla otel, arsa işlerine dalıyor. İstanbul'da satışını Milli Savunma Bakanlığı'nın yaptığı askeriyeye ait bir arazinin alınması için devreye giriyor. Baruh'un ortağı olduğunu, bir İngiliz şirketine danışmanlık yaptığını falan söylüyor. Kendi memleketinde o yabancı şirketle(Universal çimento) fabrika kurmak istiyor. Baruh da bu şirketinin ortaklarından. Universal Bilecik'deki fabrikayı çED raporu çıkar çıkmaz İspanyollara satmış. Veli Paşa Baruh'un madencilik şirketi adına Van/Erciş'te bir maden ocağıyla ilgili bir iş için de devreye giriyor.
Acaba bu İsak Baruh, “Burada Türkiye kanunları geçer. Türkiye Türklerindir” diyen apartman sakini Esin Yavuzer'e dava açan apartman yöneticisi olmasın? Yavuzer'in eşi, Kuvayı Milliye derneği üyesi emekli bir albay.. Ailenin avukatı, Kemal Kerinçsiz.. Haydaaa! Kerinçsiz, Veli Paşa'yla kol kola.. Veli Paşa, Baruh'la al takke ver külah.. Alt üst oldum. Adama sormazlar mı, “Affedersiniz, Ulusalcılık bu işlerin neresinde kuzum” diye.