Faruk Köse

Faruk Köse

Diyalog bize yaramıyor!

Diyalog bize yaramıyor!

Eğer bir işten anlamıyorsan, beceriksizsen, o işi yapmayacaksın. Sonuçta zararlı çıktığın halde hâlâ yapmaya kalkışıyorsan, sende bir arıza var demektir; git önce arızayı gider, neyi yanlış yaptığına, doğrusunu nasıl yapabileceğine bak.
Mesela son zamanların yıldızı parlayan kavramlarından “diyalog”da çuvalladık. Niye? Çünkü “akıl”dan ziyade “duygu”yla hareket ettiğimiz için olsa gerek; biz “duygusal tatmin”le yetinirken, “akli ölçüler ve gerekler”e göre hareket eden muhatabımız daima kazanan taraf oluyor. Sonunda diyalog, bizim için “gönüllü teslimiyet”e dönüşüyor; “hüsran” ve “hezimet”le sonuçlanıyor.
Tarihimizde de böyleydi. Cephede kazandıklarımızı masa başında kaybediyorduk. Yakın tarihimizden iki örnek:
İstanbul’u işgal etmek isteyen düşman ordularına karşı Çanakkale’de tarihin en büyük savaşlarından birini kazandığımız halde, masa başındaki beceriksizliğimizden ötürü, yendiğimiz düşman, daha sonra anlaşma ile İstanbul’a girmedi mi?
Yurdumuzu düşmanlardan kurtarmıştık ya; peki sonra ne olmuştu? Masa başı anlaşmalarıyla “din-diyanet” gitmiş, “kültür-gelenek” kalmamış, “devlet-millet” birbirine düşman olmuş ve Batı’dan kopyayla yeniden biçimlendirilen zalim bir “devlet sistemi” gelip tepemize binmişti. Yani sonunda, düşmandan kurtulmasaydık da bundan daha kötü bir rejimle, daha zalim bir sistemle yönetilecek değildik. Cephede kazandığımızı masa başında kaybetmiş, “düşmanın düzenini” gönüllü sahiplenmiştik.
Meselenin günümüz örneklerine gelirsek, göreceğiz ki diyalog işinde sorunlarımız devam ediyor; “diyalog mekanizması”na kapıldığımızda sürekli kaybeden taraf oluyoruz. Birkaç örnekle meseleyi izaha çalışalım.
“Kardeş kavgası”na son vermek, kan ve gözyaşını durdurmak için “Terör örgütü”yle diyalog kurduk. Ne oldu peki? “Kürtlük”e hayat kazandıralım derken “Türklük” de, “bütünlük” de, “erdemlilik” de gitti. Bir yandan terör örgütü üyeleri aklanıp paklanırken, meşruiyet ve dokunulmazlık kazanırken ve aynı esnada “terörist” olmadığı halde hâlâ hapiste çile çeken müslümanlar varken, diğer yandan başka bir kulvarda, ABD ve BM ile kurduğumuz diyalogun meyvesi olarak çıkardığımız yasa ile, dünyanın herhangi bir yerindeki Batı’nın rahatsız olduğu müslümanlara yardım edeni de “terör suçlusu” saymanın hukuki zeminini oluşturduk.
Amerika’yla diyalog kurduk, yıllardır diyalog içindeyiz de ne oldu? Adamlar ülkemizin en “stratejik yerler”ine konuşlandı. Biz “dostluk” veya “stratejik ortaklık duygusallığı” ile tatmin olurken, ABD İslam coğrafyasındaki ve ülkemiz üzerindeki çıkarlarını temin etmenin mutluluğunu yaşıyor.
AB ile diyalog kurduk; güya AB’ye üye olacak, böylece “itibari” ve “iktisadi” çıkarlarda ortaklık kuracaktık. Ancak AB’nin başat ülkeleri ülkemizde her türlü çıkar faaliyetlerini sürdürürken, istihbarat güçleri ülkemizde cirit atıyor, her yanda onların gizli yapılanmaları bulunuyorken, teröristleri bile destekliyorlarken, gümrük duvarları onların rekabet şansımızın olmadığı ürünlerine karşı indirilmişken vs., biz vize engeliyle onların ülkelerine giremiyoruz bile.
Esed ile diyalog kurduk, kanlı-bıçaklı hale geldik.
Rusya ile diyalog kurduk, Çeçenistan’ı ve Kafkas bağımsızlığını sattık.
Çin’le diyalog kurduk, Doğu Türkistan’ı Çin’in kucağına attık.
Afrika ile diyalog kurduk; biz madden destekliyorken, onların stratejik merkezlerine Batılılar yerleşmiş durumda.
İsrail ile diyalog kurduk, “onurlu duruş”umuz gitti, “şehidlerin gayesi”ni ayağa düşürmüş, bütün iddialarımızdan vazgeçmiş, Gazze’yi ve Hamas’ı “İsrail’in insafı”na bırakmış olduk.
Bütün bunlardan daha vahimi de var...
Hırıstiyanla, yahudiyle diyalog kurduk, “Kelime-i Şehadet’in ikinci yarısı” gitti. Artık müslüman olmak için Hz. Muhammed’e iman etmeye gerek kalmadığı algısı benimsendi ve topluma da benimsetilmeye çalışılıyor. İslam, Hırıstiyanlık, Yahudilik, Süryanilik vs.; ne kadar din varsa, hepsi harmanlanarak bir “hümanizma dini” oluşturulmak isteniyor. Samimi müslümana tahammül edilmezken, “müslüman hıristiyanlar”, ya da “hıristiyan müslümanlar” gibi acaip tanımlamalarla, “İslam algısı” tahrif edilmeye çalışılıyor.
Yani demem o ki, şu diyalog işi bize yaramıyor; diyalog bize en temel değerlerimizi bile kaybettiriyor.
O yüzden tebliğe evet, diyaloğa hayır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
10 Yorum
Faruk Köse Arşivi