Öcalan da Kemalist gelenekten geliyor
Bir zamanlar Ahmet Altan, “Atakürt” başlıklı bir yazı kaleme almıştı da yer yerinden oynamıştı. Kimilerine göre bu bakış Ata’ya hakaretti. Yanılmıyorsam Altan’a dava bile açılmıştı. Orada Ahmet Altan Türklerle Kürtleri yer değiştirip “Ne mutlu Kürdüm diyene!” dedirten hakim unsur olarak Kürtleri sahneye koyuyor ve Türkler de onlara karşı özgürlük mücadelesi veriyordu. Altan, böyle bir tiyatral enstrüman ile bugün Kürtlerin verdiği mücadelenin haklılığına dikkat çekiyordu. O yazı bana göre verdiği mesaj ile doğru bir noktayı işaretliyor. Ben takriben 13 yıl önce yazılan “Atakürt” makalesini bugün neden hatırladım?
Efendim PKK’nın İmralı’daki lideri Abdullah Öcalan’ın doğum yıldönümünde dünyaya geldiği köyde tarihi bir gün yaşanmış. Önderin beşiğinin sallandığı odalar, mamasının pişirildiği mutfak, eşyalarının konulduğu dolaplar tek tek kutsanmış. Oyun oynadığı bahçede adeta toprak bırakmamış insanlar, kavanozlara doldurup hatıra olarak saklamak üzere almışlar. Sakın haaa şaka yaptığımı ya da abarttığımı sanmayın, olanlar ayniyle vaki. Bir gün özel bir toplantıda Abdullah Öcalan’ın 50 avukatından biri ile tanışmıştım. Orada sansürsüz konuşuluyordu. Toka yaptığımızda gülüp bana demişti ki:
- Güneydoğu’ya gittiğimizde halk elimizi öpmek için sıraya giriyor. Sebep de bizim ellerimizin sık sık Öcalan’la tokalaşması. Ona değen ellere dokunabilmeyi kutsal bir şey gibi kabul ediyorlar.
Bu konuşma üzerine hem şaşırmış, hem de gülmüştük. Ben de cevaben:
- Yahu biz bu filmi daha önce görmüştük. Öcalan da bu toprağın çocuğu, demek aynı şeyleri kendi hayatına uyguluyor.
Ve onlara Prof. Cahit Tanyol’un bir hatırasını nakletmiştim. Tanyol, bu hatırasında Mersin Halkevi’nde bizzat şahit olduğu bir olayı naklediyor:
“Çok iyi anımsıyorum. Henüz bir ortaokul öğrencisiydim. Atatürk Adana’ya gelmişti. Onu ilk kez o zaman görmüştüm. Kitapların, şiirlerin anlattığından başka türlü bir insanla karşılaşmıştım. O henüz Kurtuluş Savaşı’nın efsanesi içindeydi. Bütün ülke halkı onu bu efsane içinde görüyordu. Çevresinde minnetle karışık bir saygı uyandırıyordu. Fakat o gün tanık olduğum bir olay, çocuk düşüncemde bir tepki yarattı. Halkevi’nin küçük salonunda Atatürk’ün etrafını sarmıştık. O hem sigara içiyor, hem de günün olaylarından söz ediyordu. Bir ara, saygıdan çok, bir uşaklık davranışıyla bir adam Atatürk’e doğru ilerledi. Elinde zarif bir kavanoz vardı. Sigara külleriyle dolu tablayı ona boşalttı. Kutsal bir hazineye sahip olmuş da onları müzede saklayacakmış gibi bir tavır içinde masadan uzaklaştı. İçimde bir isyan kabardı. Ben olsaydım Atatürk’ün yerinde, şu adamı tekmeyle kovardım, diye düşündüm.”
Cahit Tanyol’un anlattığı bu olayın pek çok benzeri Cumhuriyet tarihinin gizemli sayfalarında durmakta. Cumhuriyetin Atatürk’ü kendisine kalkan yapan elitleri örtmek istedikleri hırsızlık, yolsuzluk ve pisliklerinin üzerine Kemalizmi bir yorgan gibi örterek sıra dışı yaşamlarını bugüne kadar sürdürdüler. Tanyol Hoca’nın işaret ettiği gibi inkılapların sahibi de putlaştırmadan memnundu, rahatsız olsa bu dalkavukluğu yapanları anında uyarır ve devamını önlerdi. Ama bu uyarı onun yaşadığı süre hiç yapılmadı. Bugün putlaştırılma noktasında aynı arızî durumda olan Abdullah Öcalan da doğduğu Ömerli köyünün bahçesinden hatıra toprak toplayan ve bunu değerli bir eşya olarak saklama yarışındaki Kürtleri uyarmıyor, memnun oluyor.
BDP milletvekilleri Öcalan’ın heykelini dikmeyi söylediklerinde de aslında tek parti döneminin hastalıklı bir lider putlaştırmasının işaretini vermişlerdi.
Bütün milletlerin heykelini diktikleri bir lideri varken, neden bizim de böyle bir liderimiz olmasın!
Şimdi karşı tarafın cüzzamlı kafalarından feryat yükselecek:
“Ne yani sen, bizim Atatürk’ümüzle terörist başı, bebek katili Abdullah Öcalan’ı bir mi tutuyorsun?”
Oysa burada dikkat çekmek istediğimiz toplumlara önder olacak kimselerin putlaştırılması mevzusudur. Yaptıklarının doğru veya yanlış olduğuna şüphesiz tarih denilen ve bir süre sonra yalanları, yanlışları curufları bünyesinde barındırmayıp atan bir gerçeklik var dünyamızda.
İrfan sahipleri her ne kadar “Lider putlaştırıldığı zaman ölür” deseler de “Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür.”
Ve insanlar liderleri putlaştırmaya devam edecekler.