Bir zombimiz eksikti o da oldu!
Türkiye’deki dinlemekten gına geldiğimiz saçmasapan haberlerin allanıp-pullanıp halka gösterilmesinin ana karargâhı televizyon kanallarımızdan bir haber:
“Kadıköy Caddebostan’da her yıl Nisan ayının ilk haftasında insanlar toplanıp, yastık savaşları yapıyor. Bu yıl da yüzlerce insan aynı yerde toplanıp o önemli olayı gerçekleştirdiler.”
Bu sırada ekrana görüntü geliyor ve yüzlerce insan silikon ve elyaf dolu yastıkları birbirlerine vurarak parçalıyor. Havada uçuşan tüylerle güyâ zevkli bir aleme dalıyorlar.
Bu lüzumsuz haberden ve bunun uzun uzun verilmesinden sıkılıp kanal değiştiriyorum. Bir de ne göreyim, atv de böyle önemli haberleri verme yarışına girmiş! Spiker Hilal Ergenekon hanım Nişantaşı’ndaki zombi haberini veriyor. Aman Allahım, bu ne cinayet, eli yüzü kan makyajı yapılmış, satanist görünümlü gençlerimiz bir meydanda toplanıp, sanki bir ayine hazırlanır gibi hareketleniyorlar.
Spiker hanım gayet mutlu, yanındaki partnerine:
“Gençler tabii yapacaklar” diyor ve ekliyor:
“Benim kız kardeşim de zombi oldu.
Batı’nın pislikleri işte böyle masum yollardan, temiz yüzlü spikerler ve yandaş kanallarla bile evlerimize giriyor sonra da bir kâbus gibi üzerimize çöken devasa bir gençlik problemi olarak kucağımıza konuluveriyor.
Zombilik gibi, güya ölümsüz bir insanın olabileceği sapık tuhaf bir inanç sisteminin Türkiye’deki yansımasının ardından başka sapıklıklar da aynı kapılardan davetsiz bir misafir olarak içeriye duhul ediyor.
Türkiye’de de Cadılar Bayramı kutlandı, buyurun cenaze namazına. Batı’nın ne kadar pisliği varsa yer altındaki kanallardan değil, yerüstündeki kanallardan hem de evlerimizin başköşesine koyduğumuz televizyonlarla giriyor.
Cadılar Bayramı diye bize bayram elbisesi giydirilerek şirinleştirilen bu bir dizi eylem de bilhassa büyük şehirlerimizde, Marmaris’te özel kulüplerde kutlanıyormuş. İnsanların cadı, zombi ve bedevî kıyafetleri ile arz-ı endam eylediği bu sefalet manzumesi toplantılar moda halinde şahdamarımızdan girip yavaş yavaş kılcal damarlarımıza doğru yürümeye başlıyor.
Avrupa’nın bir başka ülkesinde her yıl Domates Festivali yapılıyor ve TIR’lar dolusu domatesi insanlar birbirlerine fırlatıyor, çiğniyor ve bundan da tuhaf bir zevk alıyorlar. Asırlar boyu engizisyon mahkemelerinde akla hayale gelmedik şekillerde kan döken Batı, insanlarını kandan zevk almaya da alıştırdı. Bunu bir ritüel halinde çeşitli şekillere soktu ve insanlarına sundu. İspanya’daki boğa güreşleri de bu kan dökücülüğün bir versiyonu değil midir? Avrupa sahillerinde yapılan yunus katliamları ve denizin günlerce kıpkırmızı dalgalanmasının Akif’in “Tek dişi kalmış canavar” diye tavsif ettiği Avrupalının ve onun müptezel medeniyetinin bir başka yansıması değil de nedir? Bu haçlı kafası değil midir, dünyanın dört bir yanına o meşum seferleri düzenleyip acı, gözyaşı ve hüzün yayanlar. 21. yüzyılda da gelişen kapitalizmin her şeyin “etinden, sütünden, derisinden” faydalanma prensibi ile dünyaya yalanlarını, yanlışlarını, sapıklıklarını masum elbiseler giydirerek ihraç ettiler ve bunlardan dahi istifade etmeyi düşündüler. Sevgiden yoksun Batı, dünyaya Sevgililer Günü ihraç etmiş ve bunu da kabul ettirmiştir. Bizim ülkemizde bile sessiz-sedasız yayılmış sonunda da bu Hıristiyan adeti genel kabul görmüştür. Bu kalemde çirkinlik ve rezillik yarışının zirve yaptığı yılbaşı kutlamalarını artık saymıyoruz bile. Onlar da tek-tük başlamıştı, genele yayıldılar. Sevgililer Günü de, daha yakın bir zamanda bir gazetecinin bahçemize attığı zehirli bir tohum olarak kök salıp, boy atmadı mı?
Batıl inançların her türlüsünün bir panayırda görücüye çıktığı batı dünyasından dünyanın dört bir yanına buhran ihraç ediliyor.