Ataist misin, Ateist misin nesin?
O’nu önce “Eşi başörtülü bir cumhurbaşkanı ve başbakana tahammül edemem, Türkiye’yi terkedeceğim” demesiyle tanıdık. Hazret, Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül ile Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı kastediyordu. Bu sözleri ile bir anda Türkiye’nin gündemine oturuvermişti. Halk sokaklara dökülmüştü, her yerde yüzbinlerin katılımı ile mitingler yapılıyordu.
Ne olur gitme Fazıl
Sonra halimiz nice olur!
Herkes üzüntüsünden yemeden içmeden kesilmiş, memlekette toplu ölümler başlamıştı. Milyonlarca insan çorapsız yatmaya başlamıştı bile. Sonunda Fazıl Say, dama çıkıp, intihar etmek isteyenlerin artması üzerirne yurt dışına gitmekten vazgeçmişti. O günlerde ben de üzüntümden kalp krizi geçirip yataklara düştüm. Hatta vasiyetimi bile kara kaplı deftere yazmıştım:
“Kıymetli eşim ve çocuklarıma
Ölürsem, ölüm raporuna sirozdan öldü yazılsın. Doğacak torunlarıma erkekse Fazıl, kızsa Fazıla adı verilsin. Büyüdüklerinde onlara mutlaka piyano çalma dersi aldırılsın!”
Bu yazdıklarımın ilk kısmı doğru, geriye kalanı ise benim Say’a vurduğum küçük bir fiske idi. O talihsiz ve küstah sözleri üzerine Fazıl Say’lı bir bulmaca yapmıştım. Ortada kocaman yatık bir fotoğraf, Zeytinburnu İmam Hatip Lisesi’nde başörtüsü bir kadın polis tarafından zorla çıkarılan genç kızımız, sağ, alt köşede ise Fazıl Say’ın resmi. Şifre sözcük ise Fazıl Saygısız idi. Yani biz başörtümüz yırtıldığı halde bu ülkeyi terketmeyi düşünmüyoruz, ey saygısız adam, sen eşi başörtülü bir cumhurbaşkanına ve başbakana tahammül edemiyorsun, Türkye’yi terketmeyi düşünüyorsun. Bu bulmacanın şifresi bir yerine batan o karanlık gazete olayı manşetten duyurarak “Saygısız Bulmaca” başlığını kullandı. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra Fazıl Say’ın adı bu defa bir başka densizlikte anıldı. Say, dini değerlerimizi ti’ye alan, hakaretamiz sözlerle inanan insanları aşağılıyordu. Ve hüner gibi de ateist olduğunun altını çiziyordu. Onun ateistliği bizi ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendiren O’nun sanal medyada kuyuya attığı taş:
“Bilmem farkettiniz mi ama nerede yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi Allahçı! Bu bir paradoks mu?
Ve Ömer Hayyam’a ait olduğu söylenen halkın tepkisine yolaçan bir şiiri de Say, kullannraak yaymaya başlayınca bir vatandaş tarafından mahkemeye verildi ve “Halkın dini inançlarını aşağılamaktan” 10 ay hapis cezasına çarptırılması üzerine kartel medyası olaya el koymuş ve ceza veren mahkemeye linç kampanyası başlatmıştı.
Biz bu filmi daha önce de görmüştük. Orhan Pamuk’ta “Türkler, Kürtleri ve Ermenileri katlettiler” demiş ve ihanet odaklarının savunmasına sığınmıştı. Bugün de aynı ihanet korosunun elemanları Fazıl Say’a yüksek sesle desteklerini sürdürüyorlar.
“Türkiye’de özgürlükler katlediliyor. Fazıl Say gibi ünlü bir piyanist nasıl mahkum edilirdi?” Oysa Türkiye’de dartık hukuk sadece işçiye, köylüye, garibana değil, paşaya, valiye, holding sahibine, gazete patronuna da dokunuyordu. Suç varsa, suçlunun ünvanına bakılmıyordu artık. Herkese değiyordu adaletin şifalı eli. Yani Fazıl Say’a ünlü bir piyanist diye ayrıcalık tanınmayacaktı. Üstelik O’nun ihlal etmekle suçlandığı “Halkın dini değerlerini tahkir, aşağılamak” suçlaması bir çok Avrupa ülkesinde de yürürlükte idi. Fazıl Say, ve O’na şemsiye açanlar artık buradaki değişimi mgörmeli ve gardını ona göre almalı.
Hukuk karşısında herkesin eşitlendiği bir Türkiye’ye hep birlikte yelken açıyoruz. Say’a destek sesleri çok çıkıyor gibi görünsede aslında halkla hiç bir organik bağları kalmamış bir kısım medyadan ve partisinin ağır toplarından İnal Batu’nun bile “CHP miadını doldurdu, siyaset sahnesinden çekilmelidir!” dediği partinin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan destek geliyor. Onların da kendine bile faydaları yok ki Say’a olsun.
Fazıl Say, Kılıçdaroğlu’ndan farklı olarak hiç olmazsa piyano çalıyor. Her akşam piyanosunun başına geçip bir şarkıyı seslendirerek teselliyi müzikle arayabilir:
“Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi
Baktıkça istikbalime.