'Anıt-Kabir zorlaması', diplomatik bir saçmalık değil mi?
Bir hristiyan mütefekkiri, 'Biz de biliyoruz o kiliselerdeki veya sokakların köşebaşlarındaki ikon'(kutsal bilinen heykel ve diğer kabartma)ların, heykellerin Jesus (îsâ) ve Meryem olmadığını.. Kezâ, haç işaretlerinin de.. Ama, onlar devamlı karşımıza çıkarak, zihnimizde sürekli bir iz bırakıyor ve bu sûretle hep onları hatırlamış oluyoruz..' diyordu..
Hitler'in ünlü Propaganda Bakanı Josef Goebbels de, 'Sizin kiliseyle ne derdiniz var, niye kiliseyle de uğraşıyorsunuz?.' diyenlere, 'Bir problemimiz yok, ama, 2 bin yıldır aynı şeyi söyleyerek, toplum üzerinde derin etki bırakıyorlar..' dermiş..
Evet, insan zihni, fikrî ve hissî yoğunlaşma için, maddî birtakım sembollere de muhtacdır..
Biz müslümanlar inanıyoruz ki, ölümle maddî hayatımız son buluyor ve ruhî hayatımız Allah'ın takdir edeceği bir zamana kadar devam edecek.. Ve ruh için de, belirli bir mekan sözkonusu değildir.. Yine de, sevmediklerimizin mezarlarıyla bile karşılaşmak isteme ve yakınlarımızın, sevdiklerimizin mezarına gitmeye önem verir, duamızı orada yapmayı tercih ederiz.. Halbuki, ruhî hayat için uzaklık-yakınlık sözkonusu değildir ve bulunduğumuz her yerden, sevdiğimizin rûhuyla dua aracılığıyla temas sağladığımızı düşünebiliriz..
Ve herhalde dua okumanın en büyük sevabı, ölen kişinin geride kalana 'Fatiha'yı okutturacak bir isim bırakmış olması olsa gerek.. çünkü, 'Fatiha' da, ölenlerden çok, yaşayanlara lâzım..
Hacc sırasında da, Resul-i Ekrem (S)'in, 'Ravzâ-ı Mutahhare' (Pâk Cennet) diye de anılan kabrinin bulunduğu mekanı ziyaret, Hacc'ın farzlarından olmadığı halde, teeddüben ve teberruken Medine'ye uğrayıp o makamı da ziyaret ederiz..
Osmanlı Sultanları'nın kabirleri de 'türbe' haline getirilip ziyaret edilirdi ve itibarlarına göre.. Şahsen padişahlardan bazılarının kabrinin yanından, bir 'Fatiha' okumadan geçmem.. Ama, 'Anıt-Kabir' diye isimlendirilen mekana o kadar gittim ve hiç 'Fatiha' okumadım, orada dua okunmayacağını laik rejim, fiilen öğretmiştir hepimize.. Radyo-tv.'lerden okunan mevlidlerde resmî emir gereği okutulacağını da...
M. Kemal, Osmanlı Hanedanı'nı yurtdışı edip, kendi hükümranlığını kurunca, türbeleri de kapattırdı.. O zaman, Hamdullah Subhî (Tanrıöver), bunun bazı mahzurlarının olabileceğini söylemeye cesaret eder.. O da, 'Bir zaman böyle devam etsin, benden sonrasında yeni bir düzenleme yapılır..' vs. der.. Ama, İsmet Paşa, döneminde, hem o türbelerin kapalılığı devam eder; hem de M. Kemal'in (Etnografya Müzesi'ndeki geçici) kabri unutulur..
Ancak, 'Atatürk'ü sevmek bir ibadettir..' diyen Celâl Bayar'ın lideri olduğu Demokrat Parti, 1950'de işbaşına gelince 'Anıt-Kabir' tamamlanır ve orası yabancı liderlerin bile ziyaretinin dayatıldığı bir 'mekan'a dönüştürülür..
Halbuki, normalde (laik TC'nin kendisine örnek edindiğini söylediği) Batı dünyasında 'filanın mezarını ziyaret edeceksin!' gibi bir dayatma olmaz. Yabancı liderler, -o da dayatmayla değil, kendi istekleriyle-'Mechul Asker Anıtı'na bir çelenk bırakıp, saygı duruşunda bulunur ve bununla, ziyaret ettiği o ülke için geçmişte ölmüş olan bütün askerlerin hatırasına saygılı olduğu gibi bir mesaj vermiş olur.. Bu anıtlar, geçmişteki herkesi içine alır..
Bizde ise, geçmiş ve gelecekteki herkesi temsil ediyormuş gibi bir 'Anıt-Kabir' vardır!
TC Dışişl. Protokol Gen. Md.lüğü, Türkiye'yi zirayete gelen yabancı liderler için bir 'resmî gezi proğramı' tanzim edip karşı tarafa bildirirken, otomatik olarak Anıt-Kabir ziyaretini de ekleyiverir.. Karşı taraf da, ideolojik / diplomatik ve ticarî menfaatler zarar görmesin diye genelde kabul ederler o proğramı.. Ve geldiklerinde hemen Anıt-Kabr'e götürülürler, orada bir-iki yaldızlı söz söylerler..
*ZORLAMALI ZİYARETçİLER O ANDA NE DüŞüNüR,
DüŞüNüYOR MUNUZ?
1967'lerde, Suûd Kralı Faisal, Türkiye'ye geldiğinde, ziyaret proğramına Anıt-Kabir de eklenince, Faisal onu proğramı çizerek proğramından çıkardı ve büyük gürültüler koptu.. Sonra, durum, Vehhabî anlayışında mezar ziyaretinin günah olduğu' gerekçesiyle kurtarıldı. Aradan zaman geçti, 1984'lerde, İran İslâm Cumhûriyeti Başbakanı Mîr Huseyn Musevî Türkiye'ye geleceği zaman, yine 'Anıt-Kabir 'ziyareti dayatılmak istendi.. O da onu ziyaret proğramından çıkarınca, büyük gürültüler koptu..
çoğu kimse, 'Yahu, bir mezarı birilerine zorla ziyaret ettirmekten ne bekliyoruz?' diyemedi.
Mîr Huseyn Musevî de, bu konudaki sorulara cevab verirken, 'Orayı ziyaret etseydim, iki yüzlülük yapmış olurdum.. çünkü, biz M. Kemal'in Batılılaşma siyasetinin doğru olmadığına inanıyoruz. Böyle olunca da orayı ziyaret etmenin bir mânası yok..' dedi, özetle..
Nitekim, İran'lılar da 'İmam Khomeynî'nin mezarının ziyareti diye bir şart getirmiyorlar kimseye.. Dahası, İİC makamlarının veya İran halkının gönlünü çalmak için bazıları oraya gitmek istediklerinde, İİC medyasında hemen 'o gibilerin İmam'ızın kabrinde ne işi var?' diye itirazları yükseliyor..
Bir örneğini zikredeyim.. Romanya diktatörü Nikolai çavuşesku, Aralık-1989'un son günlerinde, İran'ı ziyaret ettiğinde, ısrarla (6 ay önce, 3 Haziran 1989 günü vefat etmiş olan İmam Khomeynî'nin kabrini ziyaret etmek istedi ve oraya götürüldü.. O zaman, İslâmî Şûrâ Meclisi'nde bile sert tartışmalar oldu ve, 'Bir diktatörün İmam'ın huzurunda ne işi var?' diye, zamanın İİC Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayetî ağır eleştirilere mâruz kaldı. Ve o, İran'dan döner dönmez, çavuşesku bir halk ayaklanması sonunda devrildi ve birkaç dakikalık bir yargılamayı müteakib, eşi Elena'yla birlikte korkunç şekilde kurşuna dizilerek 27 yıllık diktatörlüğünü tamamladı..
İslâmî İran Cumhûrbaşkanı Mahmûd Ahmedînejad 14 Ağustos'da Türkiye'ye gelecek ve yine aynı tartışmalar.. 'Efendim, Atatürk'ün siyasetine karşı olanların ne işi var, bu ülkede?' gibi, 'kişiye tapma hastalığı'nın tezahürü olan 'fetişist' bir anlayış, başka yerde kaldı mı; K. Kore hariç..
İlginç bir nokta.. Şimdi, 'dışardan gelen C. Başkanı, Başbakan gibi temsilciler, haydi neyse..' deniliyor da, burada elçi olarak vazife yapacak olanlara 'Anıt-Kabir' ziyareti yaptırmadan yeni elçinin vazifesine başlamasına izin verilmiyor.. Bir elçinin işbaşı yapabilmesi için, 'itimadnâmesi'ni, (güven mektubunu) geldiği ülkenin en üst makamına, (cumhurbaşkanı, kral, şef, her ne ise, ona) sunması gerekiyor ve amma, TC'de, 'Anıt-Kabir ziyareti yapılmadan, cumhurbaşkanına itimadnâme takdimi' merasimi yapılamıyor!..
Bu kadar çağdışı ve 'resmî ideolojiyi bu derece putlaştırıcı' bir anlayış üzerinde artık düşünülmeli ve bu uygulama sorgulanabilmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.