“Bir melek ülkesinin dünyaya çağrıldığı ay”
Ramazan…
Bin dört yüz yıldır dünya, zamanın üstünde bir köpük gibi bu yankıyla çınladı durdu.
Oruç, ruhun madde üzerindeki zaferini ilan için verdiği bir savaşın adıdır.
Oruç, her yıl geçtikçe bir parça daha insanın tabiatını materyalist çerçeveye mahkûm olmaktan kurtarır. Her olaya “fayda” açısından bakmayı yasaklar oruç. Hükümlerinde “başkacı” yapar insanı.
Modern dünya silahlarının yabancı olduğu ve sırlarına asla eremeyeceği bir kudret mantığının yenilmez ve aşılmaz silahıdır oruç.
Mademki oruç, sırrını yalnız bizim bileceğimiz, tekniğini yalnız bizim kavrayabildiğimiz, 20. yüzyılı bile karşısında dilsiz bırakan bir gayb silahı ve yardımcı melek ordusu, bir ruh yemişi, bir gök armağanı gibi geliyor, zayıfın zayıfı olduğumuz bu çağda, ondan sonuna kadar faydalanmamız, onu tepeden tırnağa kuşanmamız, hakikat düğününün güveyileri olarak onunla donanmamız gerekmez mi?
Oruç, başlı başına bir melek ülkesinin dünyaya çağrıldığı ay olmanın dışında her günkü zamandan daha fazla donanmıştır namazla da, Kur’an’la da.
Uzun süren bir kuraklıktan sonra dudakları çatlamış toprağından ötürü ellerini göğe kaldırmış çiftçi için birden boşanan yağmur neyse, biz Müslümanlar için, gelen bu oruç da odur. Bu 20. yüzyıl sularında Müslüman, kültür alanında da ekonomi ve maddi güç alanında da sıkıştırıla sıkıştırıla son duvara dayanmış bir savaşçıdan farksızdır. İşte böyle bir durumda, bir melek alayının sessiz ve dört yandan birden bastırışını ve yanımızı yöremizi aydınlatan bir Hızır meşalesinin yalnız inanmışların gözüne görünmesi gibi çıkagelir oruç.
Gece sahurda evlerin ışıkları bir bir yanınca şehir, bir şölen hazırlığındaymışçasına uyanır. Oruçla gelen ruhların uyanışı da tıpkı sahurdaki ışıkların bir bir yanışı gibi, biri yanınca öbürünü de çağırmış bir şölendir. Oruç, ruhların şölenidir.
“Oruçta dirilen bir İslam insanı olmak”
Zaman, insanı hep ölüme doğru götürürken Ramazan gelir, diriliş ayı başlar. Oruç ayı insanı ölüme değil, diriliş aydınlığına götürür. Âb-ı hayatta yıkanmaya, çiğ tanesinde göğü seyretmeye ve gökkuşağının altından geçmeye.
Tabiatı daha iyi hissetmek ve dinlemek, onun söylemek istediğini daha iyi anlamak için oruç mucizesine sahiptir Müslüman. Kavramların yeniden yoklanması, tanımların yeniden yapılması için çıkarılmış bir davetiye gibidir oruç gündüzleri ve geceleri.
Oruç da susar, oruç da acıkır. Ve orucun da iftarı vardır. Oruç, müminin kalbinde iftar eder. Oruç, insana acıkır ve koşar gelir. Oruç geldi, öyleyse oruca yiyecek taşımalı, su sunmalı, orucun lambasını yakmalı, örtüler atmalı üzerine ki, geldiğinden daha zengin gitsin. Verdiğinden daha çok alsın. Oruç geldi, ondan bize ölümsüz bir şeyler katılacak demektir. Giderken, bizden de ona ölümsüzleşecek birkaç şey katılmalı.
Oruçta dirilen bir İslam insanı olmak. İşte çağımız Müslümanının tek varoluş şartı. Orucun getirdiği yorumla dünyayı ve tarihi yeniden yorumlamak, zaptetmek, fethetmek, kurmak ve inşa etmek zorundadır çağımızın Müslümanı. Oruç bize bu misyonu yüklüyor. Oruç, bize bu mesajla geliyor.
Tarihin kabrini açmak Doğu’da: İşte size bir diriliş saati. Afrika’yı aydınlatmak, Asya’yı uyandırmak. İşte budur bir diriliş saati. İslam ülkelerinden yükselecek yeni bir sese batının başını döndürme saati. Doğu’nun başını döndürme saati. İşte budur bir diriliş saati. Allah adının bir kere daha yükselerek ufukları ışığa boğacağı saat. Ruh deccalının ölüm saati, ruh mehdisinin doğum saati. Yeni bir çocuğun, yeni bir insanın geldiği saat. Onu, ulaşamadığı köşe bucaklara uzatmamız, onu yoğunlaştırmamız, katmerlendirmemiz gerekmez mi?
Orucun ışığı, suyu, bereketi ve mantığıyla kurulmayacak bir dünya yıkılacak, taş taş üstüne kalmamacasına çökecek demektir.
*Üstad Sezai Karakoç’un “Samanyolu’nda Ziyafet” adlı eserinden derlenmiştir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.