Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Erdoğan'ın hasımları ve hısımları

Erdoğan'ın hasımları ve hısımları

Suriye’de caniliği Baba Esat’tan mülhem Beşir Esat, İran Devrim Muhafızlarının, Hizbullah’ın ve PYD’nin de desteğine rağmen işlerin sarpa sardığını görüp kimyasal silah kullanmaya başladı ve birinci dalgada 1600 kişi öldürüldü. Şam, Halep ve Lazkiye başta olmak üzere tüm ülke bir harabeye dönmüş halde. Bir düşman ordusu ancak bu kadar tahribat yapabilirdi Suriye’de. Mısır’da da bunun bir başka versiyonunu görüyoruz. Orada da eline bir tek silah almayan masum Mısırlı protestoculara karşı gözünü kan bürümüş iktidar, vaktiyle İsrail’e karşı kullanmadığı, kullanamadığı tankları, topları ve savaş uçakları ile kanlı bir saldırı gerçekleştiriyor.

Bugüne kadar 5000 ölü, 11.000 yaralı ile Mısır başta. Suriyeli Firavunla, Mısırlı Firavun katliamda birbiri ile yarışıyorlar adeta ve bu zalimlere karşı dünyanın verdiği tepkiye ya da tepkisizliğe bakınca insan şu soruyu kendisine soruyor; “Bunlar hangi dinden?” Müslüman mı, Hıristiyan mı, Musevi mi? Hangi din camilerde insanların diri diri yakılmasına, sokaklarda müdafaasız insanların rasgele ateşle öldürülmesine, kimyasal silahlarla bebek, kadın demeden insanların katledilmelerine kim, hangi vicdan onay veriyor?

Bu iki ülkede son aylarda yaşananlar bir anlamda da Türkiye’deki Erdoğan hükümetinin hasımları ve hısımlarını belirliyor. Mısır’da yaşanan vahşete Amerika ve İsrail’den alkış sesleri yükseliyor. ABD, Mısır ordusunun ülkede demokrasiyi yeniden inşa ettiğini söylüyor. İsrail ise “Abdülfettah el-Sisi bir halk kahramanıdır” açıklaması yapıyor.

Çünkü Sisi’nin ilk yaptığı iş Rafah sınır kapısını kapatarak, Gazze’yi İsrail’in istediği gibi yeniden yarı açık bir cezaevine çevirmek olmuştur. Türkiye ile ortak bir dünya kurma çabasındaki Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler’in lideri Muhammed Bedii hapse atılarak halkın bu yöndeki özgür iradesi cezalandırılmaktadır.

Öte yandan; bir haçlı topluluğu olan Avrupa Birliği de Mısır’da yapılan katliamlar karşısında, “Mısır AB’nin yardımını hak etmiyor” diyerek sanki katliamlara destek vermektedir.

Batı, menfaatlerine hizmet ettiği kadar demokrat, petrolü olduğu zaman bir ülkeye duyarlıdır. Bir de Erdoğan’a hasım olarak Birleşmiş Milletler’deki 5’li çeteyi sayabiliriz. ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin. Bu 5 ülkenin herhangi birisi alınan bir karara “Ben bunu tanımıyorum” şerhi koyarsa o karara BM üyesi 100 ülke evet demişse bile o karar çöp kutusuna atılmaktadır. Bugün bu çarpık yapılaşmayı sorgulayan ve insani bir dönüşüm talebini yüksek sesle dile getiren tek ülke Türkiye’dir. Suriye’de bir kalemde 1600 insan kimyasal silahlarla hunharca katledilirken de dünya kör, sağırdır. Zira burada da Rusya, Çin ve İran’ın Akdeniz’de Suriye limanlarına demirlemiş donanmaları ile fiilen verdikleri desteği görüyoruz. İran üstelik Suriye’de devrim muhafızları ve kendi güdümündeki Lübnan Hizbullah’ı ile de Suriye’de Müslüman katliamı işinde baş aktör durumundadır. PYD çatısı altında örgütlenen Suriyeli Kürtler de, düne kadar kimlikleri bile yokken ve kendisini toparlarsa ilk fırsatta namlunun kendilerine çevrileceğini bile bile Beşir Esat’ın katliam planına dolaylı olarak da olsa destek vermekten çekinmemişlerdir. Bütün bunların yanında Türkiye’de Beşir Esat’la kucaklaşmaya hazır bir anamuhalefet vardır. Zaman zaman da Suriye’ye gidip Esat’la aynı karede fotoğraf vermekten de sonsuz bir haz duymaktadır. Kendi riyakârlıklarına kılıf olarak da iktidara, “Daha düne kadar dosttunuz, bugün ne değişti de düşman oldunuz?” argümanını öne sürmektedirler. Oysa sorularının cevabı bu sözlerde gizlidir zaten. Yani Erdoğan iktidarının bir yol haritası vardır. O yol da kendisine refik olacaklar varsa, birlikte aynı hedefe yürümekten onur duymaktadırlar. Bu şahıs Muhammed Mursi ise de, Halit Meşal ise de kardeşimizdir, hısmımızdır. Bir de ne dostluğun belli, ne düşmanlığın denilen kesimler vardır. Onlar da ellerinde kâğıt kalem sürekli menfaat hesabı yapanlar.

Bu hesabın içinde iktidarlarını ahiretinden ve İslâm kardeşliğinden daha üstün görenler de vardır. Suudi Amerika, Dubai, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt gibi şeriatçı kardeşlerimiz de bu sınıftandır; İran gibi sözde İslâm Devrimi ninnisiyle bugüne kadar bizleri uyutan doğu komşumuz da Suriye’de bebeklerin kimyasal silahlarla hunharca katledilmesine mutlaka bir fetva uydurmuştur. Eee ne de olsa şeriatla yönetilmektedir.

Türkiye’ye gelince iktidarın sesi çok çıkan hasımları var şüphesiz. Bütün, OT’borcular, Sorosçular, faiz lobisinin hizmetinde sol marjinal örgütler, çapulcular, Taksim Gezi’nin gezi zekâlıları, TGB’liler, tımarhanelik Levent Kırca, çapulculuğu ile iftihar eden Zülfü Livaneli, Cem Boyner, Mehmet Ali Alabora, Şevval Sam, Cumhuriyet Mitingleri ile halkın iktidarını yıkmayı planlayan tüm Balyoz’cular, Ergenekon’cular ve onların paşa babaları 12 Eylül’cüler  gibi hasımları, bir de barış süreci için önce Erdoğan’la el sıkışan, sonra da kendilerini toparladıklarını ve Ortadoğu’da şartların lehlerine döndüğünü sanan PKK ve BDP cephesi var ki Allah onların hısımlığından Türkiye’yi korusun. Zira bir ellerinde hançer, Başbakan Erdoğan’ın sırtını dönmesini bekliyorlar. Sadece bunlar mı? Bir de dost bildiklerimiz var, bir yandan iktidarın nimetlerinden faydalanıyor, rahatça örgütleniyor ve AK Parti’nin altına dinamit döşüyorlar.

Sanki Volter bunlar için söylemiş:

- Allah’ım beni dostlarımdan koru, ben düşmanlarımdan kendimi nasıl olsa korurum!

Tabii, bu sözlerin muhatabı tüm dostlar değildir, herkes alınmasın. Sabahlara kadar elleri ve dudakları duada, zalimlerin kahrı, mazlumların kurtuluşu için gözyaşı dökenler hariç. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük silahının da bu insanlar olduğunu düşünüyorum.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi