Son Maraş Yolcusu Miyasoğlu'nu Uğurlarken...
Haziran, temmuz, ağustos koskoca üç ay, yani bir yaz dönemine Taksim Gezi Parkı olayları damgasını vurmuş. Kaybın bilançosu da sadece 3 aylık bir zaman diliminin zararı ile izah edilecek gibi değil. 11 yıldır aynı olan dolar, 11 günde fırlayıp, 2000’ler seviyesine çıkıverdi, faizler yükseldi. Ezcümle Gezi olaylarını tezgâhlayanlar bir nebze de olsa kâra geçtiler. 1 koyup 10 almayı düşünüyorlardı, onu beceremediler. Hedef direkt Erdoğan iktidarını devirmekti, büyük ikramiyeyi alamadılar, amorti ile yetindiler.
Şimdi eylülde yeni bir hamleye hazırlandıklarının haberlerini alıyoruz. Bunu hem istihbarat örgütleri, hem de kendileri deşifre ediyor. Şu bir gerçek ki, Türkiye uçurumun eşiğinden döndü. Mısır’da asker eliyle yaptıklarını burada bir sokak darbesi ile yapmayı denemişler ve Kasımpaşalının dirayetli yönetimi ile direkten dönmüşlerdi. Şimdi olayların başlangıcı olan hazirana gidiyorum. Kahramanmaraş’ta her yıl yapılan şiir festivalindeyiz. Orada da aynı şeytanî organizasyonun bir parçası olarak sokağa çıkan 100-150 kişi bir deneme yapmışlar, sonradan öğreniyoruz bunları. Ama sinek vızıltısı gibi çıkmış sesleri. Zira Maraş’ta her sokakta, her evde bir Sütçü İmam vardır ve ne zaman Maraş’a bir Fransız gelse tokadı yiyip, oturmuştur. Bu yüzden biz Gezi olaylarının ilk birkaç gününü doğrusu hissetmedik bile. Çünkü oradaki şiir festivalinin yoğunluğu ve büyüsü içinde ne televizyon seyrediyoruz, ne de gazete okuyoruz.
Ve bir gece Kahramanmaraş’ın ünlü Safran otelinin lobisinde sohbet yapıyoruz. Yanılmıyorsam saatler 01.00’i gösteriyor. Sohbet arkadaşlarımız Müslüman entelektüeller. Onların fikri kabızlığına bir kere daha şahit oluyorum. Taksim Gezi Parkı’nda yaşananlara muttali olan dostlarımız üst perdeden konuşuyorlar:
- Arap baharından sonra Türk baharı geliyor. Gezi olayları bunların ayak sesleri.
Sohbete katılanlar Erdoğan hükümetinin yanlışlarını sayıp dökmeye başlıyorlar. Aman Allahım bunlar mı bizim entelektüellerimiz? Birden öfkeleniyorum ve patlıyorum:
- Bizim bütün çektiğimiz bu entel kafalardan. En küçük fırtına da ricat, öyle mi?
İçimizde AK Parti iktidarında iyi parsa toplamış olanlar bile gemiyi terk etme işaretleri veriyor. Hüsran içinde masadan kalkıyorum. Hepsinin nazarında da benim durumum vahim, zira işte Akit kafası diye ayıplanabilecek bir yobazlığı(!) temsil ediyorum ve şiir festivalinin içinde bir özel bölüm olarak Sezai Karakoç Sempozyumu yapılıyor. Her zamanki gibi Sezai Karakoç, kendi adına düzenlenen sempozyuma katılmıyor. Kahramanmaraş Belediye Başkanı Mustafa Poyraz ve son derece başarılı ekibinin hazırladığı bu festivalle ilgili yazımız da üç aylık bir gecikme ile yayınlanıyor. Önce Gezi olayları, ardından Mısır ve Suriye bu gecikmenin ana sebebi. Bu şiir festivalinin hiç unutamayacağım bir hatırası da dostum Mustafa Miyasoğlu ile son katıldığım bir şiir festivali olması.
Geçenlerde şair İbrahim Yavuz Zarifoğlu telefon etti ve:
“Maraş Havaalanında hatıra olarak çektiğim Mustafa Miyasoğlu ile birlikte olduğunuz fotoğrafları e-mail adresinize atıyorum” deyince içim burkuldu birden. Miyasoğlu ile 40 yıla dayanan bir dostluğumuz var.
Maraş’ta birlikte olduğumuz günlerde “yakında bir ayrılık var” deseler ihtimal veremezdik. Hayat böyle bir şey aslında. Her an “At çekili, tüfek sıkılı” hazır beklemeli ölüm meleğini. Bizim baktığımız yerden “Her ölüm erken ölümdür”.
Dostum Mustafa Miyasoğlu’nu da yolundan gittiği, çeşmesinden berrak sular içtiği, rengine boyandığı Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in bir vasiyeti ile uğurlayalım:
“Beni de Allah ve Rasul aşkının yanık bir örneği, ardında birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız!”
Üstadı ve talebesini her zaman rahmetle anacağız.