Ot'borcular heykelleri ve Anıtkabir'i de boyamaya kalkarsa ne olacak?
1 Eylül’den itibaren yeni eylemler başlayacağının sinyalleri verilmişti önceden. Ot’borcular Gezi’den arta kalan yarayı tatlı tatlı kaşıyacaklar ve kanatacakladı. İşleri buydu, akreplik... Netekim başladılar... Çok iyi planlanmış bir eylem ortaya koyuyorlar. Ellerinde 7 renk yağlı boya ve fırçalar, 7 tepe üzerine kurulmuş ve sarp merdivenleri olan şehirde her bir basamak sarıya, kırmızıya, yeşile, maviye boyanıyor. Bir yandan da çevredeki akıl ve idrakten yoksun vatandaşlar alkışlarla destek veriyorlar. Bu görüntülerde yandaş denilen medya dahil tüm kanallarda yayınlanıyor. Ertesi gün belediye gelip griye boyuyor merdivenleri, onlar gidiyor, tekrar “velevki ibne neyiz”ciler gelip merdivenleri rengarenk boyalarla boyuyorlar. Canım ne var bunda, dünyayı istediğin renklerle boyamaktan daha masum ne olabilir de diyebilirsiniz. Yok kardeşim böyle bir özgürlüğün yok. Ardından bir başkası gelip, ben böyle rengarenk değil, bir orta Anadolu çocuğu olarak sadece sarıya boyamak istiyorum” dese ne olacak? Karadenizli “Ben denize aşığım, her yer mavi olsun”, Zonguldaklı “Ben kara elması severim, siyaha boyansın.” Adanalı “Pamuğun rengi beyaz, beyaz olsun”, Bursalı kalkacak “Her yer sadece yeşil olacak”, Giresunlu “Her yer fındık rengi kahverengi olacak” ve Kürt kardeşlerimiz oradan bağıracaklar, “Ayrımcılık yapmayın. Her yeri sadece yeşil, sarı ve kırmızıya boyayacaksınız. Her merdivene bir de Apo posteri ne güzel olur!” Olur mu demeyin sakın. Zaten bu Ot çocuklarının niyeti bu masum isteğin ardına sığınıp kaos çıkarmak. Dahası var... Yarın öbür gün eline boyayı alan okul kapılarına dadanacak. İstediği renklerle boyarken bir yandan da istediği resimleri yapacak. Yani işin oku çıkacak. Mesela başlayacaklar elektrik direklerini boyamaya, boya babam boya. Ardından ellerinde boya kovaları mezarlıklara dalmışlar ve mezar taşlarını boyuyorlar, olur mu demeyin. Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’nde yaptıkları iğrençlikleri hâlâ unutmadık. Bunlardan her türlü gavurluk beklenir.
Hele birileri de bu ortamda asabı bozulup heykelleri boyamaya kalkarsa ne olacak? “Arkadaş, ben Kurtuluş Savaşı’nın kahramanı Mustafa Kemal Atatürk’ü bir matem renginde görmek istemiyorum. İstediğim renge boyarım, kimsede karışamaz!”
Bizim sitemizde de bunu çağrıştıran bir oylama okuyucuya sunulmuş. “Anıtkabir gri renkte mi olsun, yoksa örnekteki gibi rengarenk mi olsun?”
Haydi buyur burdan yak! İşin tuhaf yanı eli boş takımının merdivenleri boyayanlara yaptıkları tezahürat ve mikrofonlara söyledikleri yapılanları onaylayan sözleri... Şimdi size 12 Eylül döneminde yaşanan bir başka tuhaflığı anlatıp bugünlere bağlayacağım. Efendim çoğunuzun yakından tanıdığı ünlü Şifa Tefsirinin yazarı Mahmut Toptaş Hoca’dan dinlemiştim. Ama önce o günlerde yaşanan ve korkudan kimsenin itiraz etmeyi aklından bile geçirmediği, yüreğinde de bir yara olarak taşıdığı 12 Eylül uygulamasından söz etmek gerek.
12 Eylül 1980 darbesinin ev sahipleri Kenan Evren ve saz arkadaşları oturup ince ince düşündüler, “Bu milleti emir-komuta zinciri içinde nasıl Atatürkçü yaparız?” Önce 2 milyon NUTUK bastırıp her eve zimmetli olarak vermeyi tasarladılar. Her baba akşamları bu NUTUK’tan 10’ar sayfa okuyarak ev halkını ATATÜRK’çü yapacaktı. Sonra bunun aksi tesir yapacağını düşünüp vazgeçtiler. O zaman başka bir formül üzerinde uzlaşıldı. Boş buldukları her yere ATATÜRK Heykeli dikmek! Millet baktıkça hidayete erecek ve doğru yolu bulacaktı. Meydana gelecek heykel talebini karşılamak için de Ereğli Demir Çelik’in Zübeyde Hanım Dökümhanesi başka işlerden vareste tutularak sadece bu işe tahsis edildi. Dökümhane 24 saat 3 vardiya halinde yarım büst ATATÜRK Heykeli dökmeye başladı. Ardından sıra talep oluşturmaya geldi. Her şehirde, kasabada, nahiyede bir subayı bir polis ve bir zabıtadan meydana gelen 3 kişi esnafın içine giriyor ve o bölgede boş bulunan okul bahçesine yapılacak heykel için para talep ediliyordu. Kimileri isteyerek, kimileri korkudan uzatılan kumbaraya heykelin şanına yaraşır bir para atıyordu. Tabii bu işin devamının gelmesi için de reklamının iyi yapılması gerekiyordu. TRT bu iş için biçilmiş kaftandı. Her akşam haberlerden sonra tam 1 saat Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde açılan ATATÜRK Heykelleri haber olarak veriliyordu. Böylece görsel olarak TRT’de yayınlanan bu şölenle beraber ülkemizde ATATÜRK’çülük hızla yayılmaya başlandı zannediliyordu. Şimdi geliyoruz Mahmut Toptaş Hoca’ya. Hocamız İstanbul’da Sultanahmet Camii’nin tam arkasında bir apartmanın giriş katında oturuyordu. Ev sahibinin de o civarda 3-4 apartmanı vardı ve adamcağız bu heykel açılışı haberlerinin meftunu idi. Mahmut Hoca’da bir gün O’na ders vermek için tuzak bir soru sordu:
Haberin varmı dedi. Milli Güvenlik Konseyi karar almış, her apartmanın girişine bir ATATÜRK büstü dikilecek ve bunun masrafını da apartman sahipleri vereceklermiş.
Ev sahibi birden bire bembeyaz kesildi. 4 apartmana 4 büst iyi para götürecekti. Öfkeyle Mahmut Hoca’ya dönüp:
- Hocam, Kenan Paşa’da bu heykel işinin tadını kaçırdı, bu kadar da olmaz canım. deyiverdi. Kesesine değince hoşafın yağı kesilmişti.
Efendim, o merdivenler boyanırken alkış tutanların evlerinin duvarları ya da sokaktaki arabalarını rengarenk boyamaya kalkarsa birileri, öfke krizine girip ne diyecekler:
- Canım bu Geziciler de iyice tadını kaçırdılar.
Düşünsenize Cem Boyner’in Boyner Mağazalarına girip yerleri rengarenk boyamışlar, ya da Can Dündar’ın ODTÜ ormanı yanında bir sürü ağaç kesilerek yapılan villasının tüm duvarları 7 renge boyanıvermiş bir gecede, ya da Zülfü Livaneli’nin otomobilinin cantlarını ve lastiklerini rengarenk boyamışlar. Olur mu? Olur, olur, bal gibi olur, özgürlüklere sınır koymazsanız memlekette kaos olur. Size de OT’borcu iseniz “Bizde çapulcuyuz” diye hava atmak kalır.