Risale-i nurların yasaktan kurtarılması ve ehl-i hal ile kırk yıl
10. Bediüzzaman Said Nursi Sempozyumu Pazar akşamı verilen yemekle sona erdi. Bediüzzaman Said Nursi denilince aklıma hep Türkiye’deki Nur talebelerinin yıllarca kendi dershanelerini basan, onlara kan kusturan Süleyman Demirel iktidarı hesabına her seçim döneminde yaptıkları gönüllü kölelik hizmeti gelir. Tıpkı celladına aşık olan mahkûmlar gibi yıllarca Nurlu Süleyman diye peşinden gittikleri, canhıraş bir şekilde destekledikleri ve her defasında da Anadolu tabiri ile “Eli hamur, karnı aç!” kaldıkları bir hayata nasıl razı edildiklerini hep merak etmişimdir. Hattâ 28 Şubat döneminde “Takke düşüp kel göründükten” sonra bile Risale-i Nur’un yayın organı Yeni Asya’nın naşiri ve gönüllü köleliğin vebalini omuzlarında taşıyan Mehmet Kutlular, hâlâ “aramızda hukuk var” diyerek Morrison’u desteklemeye devam etmiştir. “Başörtülüler Suudi Arabistan’a gitsinler!” ve “9. Senfoniyi dinleyenler benim gerçek halkımdır” sözlerinin sahibi ve Hasan Celal Güzel’in “Dünyanın en büyük siyasi münafığı” dediği Süleyman Demirel bile şaşırmıştır Nurcuların bu sadakatine. Dünyada eşi-benzeri görülmeyen bir aşk! Üstelik bu aşk uğruna Demirel’in siyasi rakibi durumunda olan, onun kirli çamaşırlarını ortaya döken Millî Görüş Hareketi ve onun lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a da olmadık iftiralar yapılmıştır. Üstelik Risale-i Nur’larda hiçbir suç olmadığı, haklarında takibat yapılmaması yine Erbakan hükümetinin Adalet Bakanı İsmail Müftüoğlu’nun yayınladığı bir genelge ile mümkün olabilmiştir. Şimdi Adalet eski Bakanlarından İsmail Müftüoğlu’nun hatıralarından bir demet sunduğu “Ehl-i Hâl İle Kırk Yıl” kitabından Risale-i Nurların nasıl zalimin zulmünden kurtuluşunun hikâyesini okuyalım da görelim el mi yaman, bey mi yaman!
“Birinci cephe hükümeti, 31 Mart 1975 tarihinde kuruldu. Biz de o hükümette Adalet Bakanı olduk. Hükümetimiz döneminden önce kurulan, tüm Adalet Partisi hükümetlerinde, risale-i nur neşriyatı yasak kitaplar listesinde yer alıyordu.
Biz risale-i nura aşina idik. Hemen hemen tüm külliyatı okumuştuk. Kitaplarda imanî meseleleri dillendirmenin ötesinde, hiçbir ideolojik saplantı, yoktu. Ama hem onları okuyanlar, hem de basanlar, dağıtanlar yakalanıyor, gözaltına alınıyor, mahkemelerin birçoğunda da mahkûm ediliyordu. Biz de, merhum Av. Bekir Berk gibi, önemli derecede risale-i nur talebelerinin davalarına katılıyorduk. Hatta Hüsrev Altınbaşak’ın dâhil olduğu ve yüz kadar risale-i nur talebesinin Eskişehir Sıkıyönetim Mahkemesi’ndeki davalarını tek başımıza yürüttük.
Böylece risale diye bilinen tüm külliyatı taramış, hukuka aykırı bir duruma da rastlamamıştık. Onun için, bakan olduktan sonra, kitapların yasaklanan kitaplar listesinden çıkarılması için bir genelge yayınladık ve bunun uygulanması için de tüm il ve ilçe savcılıklarına talimat verdik.
Bakanlıkça göndermiş olduğumuz tamimden bir müddet sonra, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı M. Kazım Akdoğan, bizim gönderdiğimiz tamimin tam aksi, bir tamimle bahis konusu kitapların yasak kitap olarak takip edilmeleri gerektiğine mütedair uygulamanın aynen devamını istemişti.
Durumu öğrendikten sonra, bakanlık ilgilileri ile bir görüşme yaptık. Kendilerine, savcılara tamim gönderme yetkisi Bakanlığımızın mı, yoksa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın mı yetkisinde diye sorduk.
İlgililer, savcılara sadece bakanlık tamim gönderebilir, bu hak bakanlığın hakkıdır dediler. Bunun üzerine, ikinci bir tamim ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının göndermiş olduğu tamimlerin toplatılıp, derhâl bakanlığımıza iade edilmesini ve ilk tamimimiz muvacehesinde işlem yapılmasını bildirdik.
Kısa bir zaman sonra, il ve ilçe savcılıklarımız, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın göndermiş olduğu tamimi, Bakanlığımıza iade ettiler. İade işlemi tamamlanınca, biz de onları paketleyip, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na götürmek için, Başsavcı Kazım Akdoğan’dan bir randevu aldık.
Korumalarla birlikte Yargıtay’a giderken, yakın korumamıza, ‘Mehmet Yağmur (Köseoğulları), biz Başsavcının odasına girdikten sonra kapıda dur, içeriye hiç kimseyi bırakma’ dedik. Yargıtay’a vardık.
Başsavcı bizi kapıda karşıladı, odasına geçtik, kapı kapandı. Hoş beşten sonra, biz kendilerine ‘Savcı Bey, il ve ilçe savcılarına tamim gönderme yetkisi size mi yoksa Bakanlığımıza mı aittir’ diye sorunca, bize cevaben “Tabii ki bu yetki Bakanlığındır. Ancak teamülen biz de gönderiyoruz” dedi.
Biz de; ‘Bizim Bakanlığımız müddetince, bu teamül tarafımızdan kaldırılmıştır. Göndermiş olduğunuz tamimler emrim gereği toplatılmış, işte bu paketin içindedir. Şimdi bu paketi size bırakıyorum. Buna rağmen yeniden tamim göndermeye devam ederseniz, o zaman toplayacağımız tamimlerinizin paketini masanıza değil, münasip göreceğimiz bir yere koyarız’ dedik ve ayrıldık.
Bunun üzerine, Cumhuriyet Başsavcısı Kazım Akdoğan Yargıtay 1. Başkanı Cevdet Menteş’le bir araya gelerek, durum değerlendirmesi yaptılar. Bize karşı kin cephesi oluşturdular. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda bizi sıkıştırmaya ve çalışamaz hale getirmeye çalıştılar. Biz de Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu devre dışında tutarak, yetkilendirme selâhiyetimizde savcıları görevlendirmeye başladık. Bizimle başa çıkamayacaklarını anlayınca da, havlu attılar.
Böylece risale-i nur kitapları ve neşriyatı serbest bırakıldı. Buna rağmen, nur cemaatinin az bir bölümü bizlere seçimlerde yardımcı olduysa da, büyük bir çoğunluğu bizim bu hizmetimizi gözardı edip, AP’ne yakın durdular.
Aslında bizim, kitaplar hakkında göndermiş olduğumuz tamimlerden dolayı, siyasî bir beklentimiz yoktu. Müslümanların nurculuk adı altında takibata uğramalarını önlemekten başka bir amacımız da yoktu. Zira biliyorduk ki, nur cemaatinin büyük bir bölümü, nurlu Süleyman diye andıkları Süleyman Demirel’in partisi olan Adalet Partisi’ne oy veriyordu. Ne hazindir ki, nurlu Süleyman döneminde, risale-i nur kitaplarını okuyanları, cezaevlerine doldurdular. Nurcuların kahır ekseriyeti Bediüzzaman’ın siyaseti reddeden sözünü dillerine pelesenk eder, ancak siyasetin daniskasını yaparlardı.”
Rivayet odur ki o devrin Adalet Bakanı Müftüoğlu yazarken biraz yumuşatmış ifadeleri. “Münasip bir yere koyarız” sözünün başka bir şekilde ve üslupta söylendiği, hatta yanında okkalı bir Osmanlı tokadının da geldiği söylenmektedir. Ellerine ve dillerine sağlık sayın Müftüoğlu! Bazen insanlara anladığı dilden konuşmak gerekiyor. Anlaşılan o ki, sizin de bir zamanlar yolunuz Kasımpaşa’dan geçmiş!
................
Bir döneme ait birbirinden ilginç hatıraların yer aldığı bu kitabı Alioğlu Yayınevi yayınlamış. Meraklısı için adresi:
Çatalçeşme Sok. Üretmen İşhanı No: 29/11 Cağaloğlu/İstanbul
Tel:0212 511 29 23