İslâm coğrafyasında işkence müzeleri (1)
Dünyada işkenceyi sonlandırmak için gelmiş olan İslâm dininin mensuplarının yaşadıkları bir coğrafyada işkence müzeleri açılıyorsa şu iki şeyden biri yanlış demektir. Ya İslâm dini yanlıştır veya bu dine mensup olduklarını söyleyenler yanlıştır. İslâm’da miskali zerre kadar yanlış olmadığına göre yanlışlık bu dine mensup olduklarını söyleyenlerdedir. Dinimiz İslâm, işkencenin her türlüsünü haram kılmıştır. İşkenceyi geçim kaynağı, iktidar dayanağı kılmış haramzâdelerin İslâm ile her hangi bir ilişki ve alakaları yoktur. İşkence edenler, İslâm’sız devirlerin ve dönemlerin çapulcularıdır.
Dini, Ehl-i dini küresel tuğyana peşkeş çekenlerin devrindeyiz. Tam da sükûtun intihar sayıldığı vakitteyiz. Müslümanlar Kur’an ile idare olunma vecibesinden vazgeçtikleri günden bu yana İslâm coğrafyası sömürüye açık bir üniversiteye dönüştü. Zulme ve zalimlere karşı bir bağımlılık oluştu. Tuğyana, zulme, zalimliğe, haksızlığa ve hukuksuzluğa bağımlılık, iktisadi ve askeri muhasaradan daha tehlikelidir. Bu tehlikenin içine düşenler, keyfîliğin, küfrîliğin ve cebrîliğin kucağında günlerini gün etmekten özel bir zevk alırlar.
Delinmemiş bir vicdan ile İslâm coğrafyasına bakarsanız harabeleştirilen mescidler, kurşunlanan bedenler, yakılan köyler, viran edilen ekinler, ifsad edilen nesiller, din ve imandan arındırılmış yaşamlar görürsünüz. İslâm ile idare olunmayı terk ettiğimiz günden bu yana birbirimize zulmediyoruz.
Kur’an ile değil, kul kaynaklı kanunlarla idare olunanlar, birbirlerinin kurdları olurlar. Kendilerini Kur’an ile değil, kurallarla, kanunlarla, krallarla mukayyed görenler, kendi hem cinslerini tüketmeye giriştiler. Rabbimiz buyuruyor:
“O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.” (Bakara Sûresi/ 205)
Bu ayet-i kerime’de Kelamullah’tan, Şeriatullah’tan yüz çevirenlerin iktidarında ekinin ve neslinin helakının kaçınılmaz olduğu ortaya konulmuştur. İslâm ile mukayyed olmayan bütün devlet ve iktidarlar, ekinin ve neslinin katilleri olması hususunda ortaktırlar.
Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne dünyanın en uzun hüzünleri yağıyor. Çünkü biz kâinata emânet-i ilâhi olarak bakılan bir çağı kaybetmişiz. Gözlerine “mil çekilmiş âmâ” gibi, “ötmesini unutmuş kuşlar” gibi çıkıp gidiyoruz köylerden ve şehirlerden. Kurtlukta düşeni yemek kanundur. Allah’ın diniyle çelişen ve çatışan her kanun bir Karun’dur. Hakk hatırına, hukuk hesabına Karunları ve Kanunları birlikte mezara gömmedikçe işkence alışkanlığından kurtulamayız.
İmkânları olduğu halde zulme ve zalimlere karşı gerekeni zamanında yapmayanlar, zalimlerin sayılarını çoğaltanlardır. Zulme razı olmak, zalimin işkencesinin garantisi olmaktır.
Asrımızda Müslümanların yaşadıkları topraklarda işkence müzeleri açılıyor. Geçmişte yapılanları hatırlatmak amacıyla bu müzeler açılıyor. Bu müzelere takılması elzem olan bir bir levha vardır. O da şudur: “Gördüğünüz bu işkenceler, İslâm ile idare olunmamanın faturalarıdır.”
Kur’an’dan alınmayan, Kur’an’a dayanmayan, Kur’an ile çelişen ve çatışan her bir kanun; insanlığa bir değil, bin işkencedir. Bir ümmet yapılanması olan Osmanlı Devleti’nin tarihe karışmasından sonra ortaya çıkan ulus devlet denilen Cumhuriyet rejimi, yarın ki nesillere işkenceyi ve işkence müzelerini armağan etmiştir. 1925 yılında inşa edilen Ankara Ulucanlar Cezaevinin müze olması, bunun en bariz delilidir. Müzeye dönüştürülen Ulucanlar Cezaevinde ziyaretçileri farklı bir anı, farklı bir hikâye, 81 yıllık bir işkence tarih karşılıyor. Aslına uygun şekilde düzenlenen cezaevi koğuşlarına ve tecrit odalarında balmumundan yapılan 22 mahkûm heykeli yerleştirilirken, müzenin koridorlarındaki hoparlörlerinden tecrit odalarındaki işkenceleri yansıtan çığlık sesleri yankılanıyor.
Hafızalarımızda çok kötü anılar bırakmış olan Diyarbakır E Tipi Cezaevi, işkence ve ölümlere ev sahipliği yapmış, insanın kabul edemeyeceği çok ağır insan hakları ihlaline tanık olmuş koridorların, duvarların, mazgalların ve demirlerin aynen korunarak bir İnsan Hakları Müzesi’ne dönüştürülmesi yönünde çalışmalar devam ediyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.