"Sayın Fikret Bila, öyle bir mazeret bulun ki size inanalım!"
Rektörlerin, yüksek yargı mensuplarının, iş adamlarının, bazı siyasetçilerin ve medyanın önde gelen gazete patronları, genel yayın müdürleri ve bazı köşe yazarlarının paşalara el-pençe divan durdukları, tekmil verdikleri günler(!) iş öylesine çığırından çıkmış ki bir şampuan üreticisi firma sahibi:
“Başörtülü kadınlar benim şampuanımı kullanmasınlar” diyecek kadar rayından çıkarmış aklını. Bu adamın gerizekâlı mı yoksa çok akıllı olduğundan mı bunu yaptığı hâlâ bilinmiyor. Zira bu yiğitliği(!) yaparak askeriyeye yüklü miktarda sabun, deterjan ve şampuanı hem de iyi bir fiyatla sallamış da olabilir.
Benim iş adamım işini bilir! İşte o günlerde Fethullah Hoca’ya yakınlığı ve verdiği destekle bilinen Bank Asya’nın sahibi ve tanınmış armatörlerimizden İhsan Kalkavan da askerlerin hışmına uğrayacak ve onu yok etmek için ellerinden gelen gayreti göstereceklerdir. Önce Genelkurmay’da sigaya çekilecek ve o da bu hareketin ülkenin lehine işler yaptığını söyleyip, paşalara boynunu uzatmayacaktır. Bunun karşılığı olarak da Deniz Kuvvetleri’nin taşınacak malları için Kalkavan Denizcilik değil, bir Yunan firması tercih edilecektir. Hem de İhsan Kalkavan onlardan % 50 daha ucuz taşımayı teklif ettiği halde... Ülker bisküvileri, çikolataları ve diğer mamullerinin de kışla kantinlerinde ve orduya ait alışveriş merkezlerinde satışı yasaklanacaktır. Onun yerine askerlerin ortak olduğu Eti’nin malları reyonları dolduracaktır. Artık göze göz, dişe diş bir kavga başlamıştır, rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun dediği gibi artık “Namlularını halka çevirmiş bir ordu vardır ve ona selam durulamaz!”
İşte yolların bu kadar keskin sınırlarla ayrıldığı o günlerde yüksek yargı mensupları, bazı siyasetçiler, rektörler ve medya mensupları da Genelkurmay’da brifing almak ve emir komuta zincirine girebilmek için yarış içindedirler. Bahsi geçenler içinde Genelkurmay açısından en etkili sınıf medyadır. Zira halkı yalan yanlış haberlerle enforme etmek ve post-modern darbenin gerekliliğine inandırmak için medyanın efsunkâr gücüne mutlak ihtiyaç vardır. Bu noktada askerler bedavaya çalışacak böylesine etkin bir yandaş buldukları için mutludurlar. O günleri anlatırken Can Ataklı ve Sabah grubunun patronu Dinç Bilgin de teslimiyeti sonradan açıklama dürüstlüğünü gösterdiler. Ataklı, Öküz dergisine verdiği röportajda:
“Paşalarla konuşulur, onların söyledikleri haber yapılırdı. Bir gün ‘Bugün ne yazalım paşam?’ diye sordular. O da ‘Bugün kafanıza göre çakın!’ deyiverdi. Ve ekledi: ‘Bu haberler çıkınca en az 3-4 milletvekili daha istifa eder.’”
Sonradan Dinç Bilgin de vicdan azabına dayanamayıp kanal kanal dolaşacak, samimi bir nefs muhasebesi yapacaktı. Ama nafile... Ülkeye verdikleri zararın birkaç kanalla temizlenmeyeceği aşikârdı ve gün oldu, devran döndü, kimsenin beklemediği bir şey oldu. Önce Balyozcular ve Ergenekoncular hakim karşısına çıktılar. Silivri, Hasdal ve Sincan paşa paşa gelen misafirlerine kapılarını açtı. Artık yanlarında emir subayları değil, hani şu bildiğimiz gardiyanlar vardı. Onlar da karavanadan yemek yiyecekler, günün belli saatlerinde avluda volta atacaklar ve eşleri, çocukları ile görüşmek için görüş gününü bekleyeceklerdi. Onların da yazdıkları mektupları yetkililer okuyacak ve üzerine “görülmüştür” mührü vurulacaktı.
Sonunda sıra 28 Şubatçılara da geldi ve kapılar onların da üzerine kapandı. Onlar da adalete hesap vermenin telaşına düşmüşlerdi. Evlerde arama yapılırken de ilginç bir belge ortaya çıktı. Emekli albay Hüsnü Dağ’ın evinden çıkan bir evrak herkesi şaşırtıverdi. Ki, o zamanlar Refahyol hükümeti açıkça tehdit edilerek iktidardan düşürülmüş, yani 28 Şubat rölantide uygulanıyor. Anasol-M kurulmuş, başbakan da Mesut Yılmaz. Askerler Tak-Şak Mesut Yılmaz’a bile güvenmiyorlar. Erbakan zamanında deri toplama işinin Fak-Fuk-Fon’a geçmesini hazmedemeyen askerler, Fikret Bila’ya yazı yazdırıp deri toplama işinin tekrar THK’ya verilmesini istiyorlar. O zamanlar Milliyet gazetesinin Ankara temsilcisi olan Fikret Bila Genelkurmay Genel Sekreterliği (Gensek) emri ile “Kurban derilerinin Türk Hava Kurumu’na verilmesi hususunda” bir yazı kaleme almış (7 Mayıs 1998). Genelkurmay Genel Sekreterliği antetli evrakta Fikret Bila’nın yazısının fotokopisi yapıştırılmış ve yanına da emir subayı tarafından not düşülmüştü:
- Sayın komutanım bu makaleyi biz yazdırdık. Gensek.
Bu belge karşısında Bila, Akit gazetesi haber müdürü Kenan Kıran’a aşağıdaki açıklamayı göndererek topu taca atıyor:
“Sayın Kıran,
Milliyet gazetesinin 7.5.1998 tarihli nüshasındaki yazımla ilgili sorunuza yanıtım:
Gazetecilerin görevi güncel olayları izlemek, kamuoyunu bilgilendirmektir. Doğru haber, özgür yorum gazeteciliğin temel ilkelerindendir. Bu çerçevede yazdığım haber ve yazılarımın değerlendirilmesi okurlarımın takdirindedir. Gazetede yayımlanmış yazılarımın başkaları tarafından kesilip saklanması ve altına not düşülmüş olması beni ve gazetemi ilgilendiren ve bağlayan bir durum değildir.
Fikret Bila
Milliyet Gazetesi
Genel Yayın Yönetmeni”
Sayın Bila’nın yaptığı bu açıklama onun çaresizliğinin bir delilidir.
Doğrusu şuydu:
- Ben asla emirle bir yazı yazmadım. Bunu yapan şerefsizdir. Benim yazmadığım bir yazıya şerh düşerek üst makamlara sunanlar da şerefsizdir.
O zaman biraz inandırıcılığı olurdu Sayın Bila’nın. O dönemin en azgın manşetlerini atan ve yazılarını yazan Ertuğrul Özkök, Zafer Mutlu, Fikret Bila, Can Ataklı, Hasan Cemal, Ergun Babacan, Fatih Çekirge ve patronlarının halkımıza ve ülkemize verdikleri zarar ancak mahkemede yargılanıp ceza aldıkları zaman biraz unutulabilir. Bu da ancak işin manevi tarafını karşılar, maddi açıdan verdikleri zararı onların karşılayabilecek servetlerinin de olmadığı kesin.
Adalet her an kapınızı çalabilir, bekleyin...