3 yılı geride bırakırken...
Bu köşede yazı yazmaya başlamamın üzerinden tam 3 yıl geçti. 13/08/2005 tarihinde, “Terörize edilen İslâm'ın ifade hürriyetidir” başlıklı yazıyla okuyucuyu selamlayarak, Vakit gazetesinin değerli kalemleri arasında sessizce yerimizi almıştık. Derken yıllar akıp gitti...
Ve ilk kez geriye dönüp bir muhasebe yapma ve okurlardan zaman zaman gelen sorulara cevap verme isteği oluştu bende.
öncelikle gazetem Vakit'te nasıl yazmaya başladığım sorusuyla başlayalım. 3 sene öncesinin Eylül ayında gazeteden aradılar. Gazete adına irtibata geçen, Hasan Maden beyefendiydi. Muhtelif dergilerde yayımlanan yazılarımı incelediklerini, beni de yazar kadroları arasında görmek istediklerini belirtti. Bu teklifi düşünmek için zaman istedim. Zira, dergi yazıları uzun yazılardı, kısa formatta yazı yazmaya alışık değildim, bu konuda çekincelerim olduğunu, daha sonra bilfiil tanışma fırsatı bulup tecrübelerinden istifade ettiğim Hasan ağabeye ilettim. O ise bunun zor olmadığını söyledi ve kısa sürede alışacağımı telkin etti. öyle de oldu.
Haftada 5 gün yazı teklifini, akademik hayattaki yoğunluk sebebiyle 2'ye düşürerek “Bismillah” dedik ve bugüne kadar da aynı minvalde geldik.
Bu yazıyla 4. yılıma girmiş oluyorum. Bu süre içerisinde farklı okur tepkilerine muhatap oldum. Okuyucularımın bir kısmı, ilmî ve fikrî yazıların kalemime daha çok yakıştığını ve önceliği bu içerikteki yazılara vermem gerektiğini temenni olarak bildirdiler tâ başından beri. Onlara göre, yerel ve küresel gündeme dair siyasi yazılar, kalıcı yazılar değildi. Gazetede de siyasi yazılar çok fazlaydı zaten. Modern hayatı medeniyetimizin kadîm ilmî mirası perspektifinden yorumlamak, öncelikli mesele olmalıydı.
Kimi okuyucular da tam aksini düşünüyordu. ülke ve dünya gündemi çok hızlı değiştiğinden, bu değişimlerin coğrafyamız ve insanımız hesabına ne ifade ettiğinin öncelikle yorumlanıp halkımızın bilinçlendirilmesi gerektiğine inanıyorlardı.
Bunlara göre de, fikrî ve ilmî yazılar dergi ve kitap yazılarıydı, isteyen oralardan okusundu. Hatta coğrafyamızın haritası yeniden çizilmek istenirken, ülkemiz üzerinde bin bir oyun oynanırken, fikrî ve ilmî yazılar lüks bile sayılabilirdi. öncelikli gündem maddelerini perdeleyen rolü itibariyle bir tuzak bile sayılabilirdi.
Her iki görüşe de saygı duyduğumu söylemeliyim, ama bu tepkilere verdiğim cevaplarda da belirtmiştim; farklı gibi gözüken yazılar, aslında birbirini tamamlayan bir bütünlüğe sahip.
İki farklı kalemden çıkan yazılar değil okunanlar. Aynı kalemin bir düşünsel bütünlük içinde varlık âlemine bakışının ürünü. Fikrî ve ilmî yazıları önemseyenlere de, siyaset ve gündeme dair yazıları önemseyenlere de; “Benim için hayat bir bütündür. Tevhid inancı hayatı kompartmanlara ayırmayı reddeder. Siyasi veya fikrî, dünyevî ya da uhrevî bir ayrımın inanç dünyamda yeri yoktur. Müslüman bir şuur dünyasında bu tür bir ayrımın olmaması gerektiğini, zira bu tür bir ayrımın en azından gizli bir sekülerizm olacağını” hep söyledim.
Varlık âleminin kullî ve cüz'î sorularına dair yazılanlar, imkân ve ilgi ölçüsünde, aynı bilgi müktesebatının ve duyuşun birbirini tamamlayan uzantılarıydı. Siyasete ve gündeme dair yazılar da sabit değerler perspektifinden ele alınmaya çalışıldı hep.
Okur tepkileri; bilgi almak, bilgi paylaşmak, anlaşılmayan bir noktada izah istemek ve yer yer de kızgınlığı ifade etmek üzere geniş bir yelpazede oluştu hep.
Yazılarıma kızanlar, bazen anlatmak istediğimi ben iyi ifade edemediğimden, bazen de kendi dikkatsiz ve önyargılı okumalarının sonucu kızıyorlardı. Ama tepki verenlerin çoğunluğunun yazıyı doğru anlayıp da meşrebine aykırı bulanlardan geldiğini söylemeliyim. Bunlar içinde mütedeyyin câmiadan okuyucular olduğu gibi ulusalcı-laik câmiadan kişiler de vardı.
Ulusalcı ve laik olduğunu söyleyen tepki sahipleri, tehdit ve küfürden tutun da sloganik birçok ithamların eşliğinde yaptılar itirazlarını. Bunlarla zaten benim işim olamazdı, cevap da vermedim. Israrla gelen bu tür mailler cevap yazılmayınca zamanla seyrekleşti.
Lâkin, bunlar arasında üslûbu düzgün, meselenin farkında olan fikir sahibi insanlardan gelen itirazlar da vardı ve onların yazdıklarına mutlaka cevaplar yazdım. Fikrî ayrılıklarımız olsa da, medenice diyaloğa girebilmenin kapıları açık tutulmalıydı.
Bu da bana şunu gösterdi: Vakit gazetesi yazarlarını ister açık bulup zora düşürmek için olsun, ister anlamak, anlamlandırmak ve yazarlar üzerinden gazete okuyucusunun nabzını tutmak için olsun, ulusalcı ve laik kesimden okuyanlar da vardı.
3 yılın hâsılasını bir yazıda ele almak kolay olmuyor. “Var olan, yok olandan evlâdır” fehvasınca biz yine de özet de olsa muhasebemizi yapmış olalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.