Rusya, Amerika’dan farkını göstermek istiyor..
İki kutublu bir dünyada yaşadığımız dönemlerde, Amerika ile Sovyet Rusya üzerine, dünyayı algılama denklemi bizim zihnimizde şöyle şekillenirdi: ‘İnsana en yakın hayvan ve hayvana en yakın insan..’ Ve bu özelliklere sahib iki güçten hangisinin daha tercih edilebilir olduğunu herkes kendi anlayışına göre belirler ve gerçekten de zorlanırdık..
Sahi, siz olsanız, bugün, bu iki ihtimalden hangisini tercih edersiniz?
‘Kapitalizm-Komünizm’ emperyalizmleri arasındaki ‘Soğuk Savaş’ şartlarında, ülkemiz Amerikan cebhesinde olduğundan, Amerika tarafından gösterilenlere itibar eder ve amma, ‘hayvana en yakın insan’ veya ‘insana en yakın hayvan’ı belirlemekte yine de zorlanırdık.
Evvelki akşam, BM. Güvenlik Konseyi’nde, Amerikan temsilcisi ile Rusya temsilcisi arasında ciddî bir ağız dalaşı vardı.. Yeniden o sualin cevabını bulmaya çalıştım.. Amerikan temsilcisi, (eski Afganistan vatandaşı) Zalmai Khaleelzad, Rusya temsilcisi Vitali çurkin’e soruyordu: ‘Siz Gürcistan liderliğini değiştirmeyi düşünüyorsunuz.’
çurkin, taşı gediğine koyuyordu: ‘Bizi kendiniz (Amerika) gibi mi zannettiniz?’
Son 20 yıla bakıldığında, Rusya temsilcisinin suali yersiz sayılmazdı.. Amerika, bırakınız siyasî entrikaları; direkt askerî gücüyle, toslayarak, nice ülkeleri ezip geçmiş, onların liderlerini bertaraf etmişti.. Somali’den Sırbistan, Afganistan ve Irak’a kadar nice ülkeleri hatırladığımızda bu durum, daha bir anlaşılır hâle geliyordu..
Ama, yine de, Rus Dışbakanı Lavrov’un ‘Saakashvili’nin muhatab alınmayacağını’ bildirmesi, Gürcistan liderinin işini daha bir zorlaştırmaktadır. Esasen, o, başkasının kaşığıyla çorba içmeye kalkışıp, ham-hayalleriyle ve Amerika’ya güvenerek, Rusya’yla boyölçüşmeye girmesi sonunda, ülkesinin daha bir bölünmesine zemin hazırlamıştır.
Rusya da, bu fırsatları iyi değerlendirmiştir..
Yıllardan beri, Rusya’nın sözlü sert ihtarlardan ileri geçemeyeceğini zanneden Saakashvili, Gürcistan’ın kuruluşundan beri hiçbir zaman Tiflis Hükûmeti’nin hâkimiyetini kabullenmeyerek yarı yarıya müslüman olan küçücük Osset halkını ezip geçmeyi denedi ve Tshinvali şehrini topa tutarak, iki bine yakın sivil insanı öldürdü.. Ki, onların hemen tamamı, eski Sovyetler’in kimlik ve pasaportunu taşıyor ve tabiatiyle, Rusya vatandaşı sayılıyorlardı. Rusya, işte bu fırsatı iyi değerlendirdi ve o da, Gürcistan’ı ezdi, geçti.. Böylece de, Rusya hem kendisine Amerika arkasına gizlenerek kafa tutan Gürcistan liderini cezalandırmış oldu, hem de, Kafkaslar’ın müslüman halklarının bile koruyucusu olduğu gibi bir görüntü verdi. Nitekim, Osset’lere yapılan o zulme karşı, bugün, sınırın öte tarafındaki çerkez, çeçen, Abhaz, İnguş, Balkar gibi müslüman Kafkas halklarının milis güçleri, daha bir hınçla Gürcistan’a saldırıyorlar. Bu da, Rusya’nın, Kafkaslar’daki müslüman halkların kendisine olan nefretini başka yöne yönlendirmesine ve kendisini de ‘büyük birader’ olarak başlarında bir hâmi gibi göstermesine hizmet etmektedir..
Ve Rusya’yı ‘aşırı güç kullanmak’la eleştiren Bush ve diğer Batı’lı liderler, Afganistan ve Irak konusundaki çelişkilerini izah edemediklerinden; tutarsızlıkları daha bir sırıtmakta..
Rusya, işte bu açıdan da, geçmişte küçük halklara karşı sergilediği canavarca saldırıları unutturmak için eline geçen bir fırsatı iyi değerlendirdi ve kendisini, sadece ezilen halkların kurtarıcısı gibi göstermek için, Gürcistan harekâtını durdurduğunu açıklayıverdi..
Durdurdu, ama, tabiatiyle, bu zamana kadar ilerlediği yerlerden geri çekilmek mânasında değil.. Şimdi Gürcistan askerleri, başkent Tiflis’in 20 km. uzağında siperler kazmakla meşguller.. Bu siperler, başka hizmetleri görse bile, Saakashvili’yi iktidarda tutmaya yetecek midir? Esasen, az-biraz düşünen bir lider, ülkesinin bu perişanlığına zemin hazırlamanın bedelini ödemek için kendisini ortaya açıkça koymalıdır..
*A. LATİF ŞENER, ‘KENDİSİ GİBİ, ADINI DA ...’
A. Lâtif Bey’in yeni yayınladığı kitabının adını bile yakıştıramadım, kendisine.. Bir ‘enaniyet’ gösterisi.. Şöyle: ‘Abdullatif Şener/Adım da Benimle Beraber Büyüdü..’
Sahiden de öyle mi, dersiniz ve tuhaf bir iddia değil mi bu?
Bu kitabın, ‘magazin’ malzemesi açısından önemli görülen kısımlarından yapılan aktarmalara bakılırsa, ‘incir çekirdeği’ni doldurmayan şeyler.. Şu ifadelere bakınız:
‘Bugüne kadar Abdullah Gül ile aramda hiç kırıcı bir şey olmamıştır. Ama aynı kulvarda birlikte yürürken, o bir şeyi talep ettiğinde hep ‘Al senin olsun’ demişimdir. Hiç yarışa girmiş değilim. İşte, kongrede genel başkan adaylığı. Aslına bakarsanız Gül’e başbakanlığı getiren o kongre adaylığıdır. O gün itibariyle, partideki konumları derecelendirmek gerekirse, Gül’ün yeri benden daha ileride değildi. Ama o kongrede onu seçip ‘Buyur, aday sensin’ dediğimiz andan itibaren biz psikolojik hiyerarşiyi ona bırakmış olduk.’ cümleleri, bizzat Şener’in.. Bu cümleler, onun nasıl bir ‘açmaz’a saplandığını göstermiyor mu?
Şener, ‘Baykal’la görüşülmesi’ gerektiğini düşünmüş, Cumhurbaşkanlığı konusunun uzlaşmayla çözümlenmesi için.. Halbuki, uzak bir tarih değil, henüz 15 ay öncesi.. Baykal, Abdullah Gül ve Tayyîb Erdoğan’ın ikisini kabul etmeyeceklerini açıkça söylemiş.. O zaman, onun dişine göre bir başkasının üzerinde uzlaşmak için mi, görüşülecekti? Ve dahası, Baykal, ‘Adam gibi bir aday gösterin, meselâ Şener gibi birisini.. Destekleyelim..’ diye bir ‘rüşvet-i kelâm’ eylememiş miydi? Sanıyorum, Latîf Bey’in ayağı, bu emele kapıldığı anda kaymıştır.
Şener de bunu söylüyor, zımnen: ‘O ortamı düşünün.. (…) Buna karşılık cumhurbaşkanlığı adaylığı gündeme geldiğinde, Sayın Mumcu'yla görüşmeler yaptı. Ama Sayın Baykal ile görüşmedi. (…) Baykal ile görüşmekten endişe duydu. çünkü ismimin gündeme girme ihtimali vardı bence. Konuyu gündeme taşırdı. Bu kez çözemeyeceği bir süreç ortaya çıkabilirdi. çözemeyeceği süreçten kastım, beni istemeyişiyle bağlantılıdır.’
Ve Sivas mitingine giderken.. Tayyîb Bey’e, ‘ben bu seçimlerde aday değilim’ demiş.. ‘Yıllardır milletvekilliği yapıyorum, bakanlık da yaptım. Artık Bâyezid-i Bestamî gibi kendi gönül dünyamda seyahat etmek istiyorum’ diye izah etmiş, gerekçesini.. ‘Bestamî eski bir saray mensubuymuş. Dünya nimetlerinden vazgeçmiş, dervişliğe soyunmuş ve ömrünün sonuna kadar bir lokma bir hırka yaşamış.’ Başbakan, ‘Bu, ayaküstü konuşulacak bir konu değil. Sivas'tan dönelim, tekrar görüşmemiz lâzım..’ diye karşılık vermiş..
İşin doğrusu, Lâtif Bey’in bu açıklamaları hiç de latif olmamış, ismine uygun düşmemiş.. üstelik, kitabının ismi, bu anlattıklarıyla, tersinden anlaşılmaya da müsaid.. Yazık..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.