Tevekkülün gemisi batmaz
İman tevekkülsüz, tevekkülde çabasız olmaz. Tevekkülün meyvesi, beşeri imkânların tükendiği yerde ortaya çıkar. Fırtına ne kadar sert eserse essin, ortasında kaldığınız denizin dalgaları ne kadar şiddetli olursa olsun, sizin bindiğiniz gemi, tevekkülün gemisi ise, endişe etmenize gerek yok, geminiz batmayacaktır. Tevekkülün gemisi, Nuh’un gemisidir. Ona binen kurtulur, ona binmeyen boğulur.
Tuğyanın olduğu yerde, tufan kaçınılmazdır. Tufanların ortasında kalanlar için tevekkülün gemisi, beşeri imkânları kurtuluş yolunda tüketip imana tutunmaktır. Tuğyan ülkesinde tufanlar koptuğunda imanlarına tutunanlar, tevekkülün gemisine binenlerdir. İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisatın tazyikatından kurtulabilir. “Allah’a tevekkül ettim” ( Hûd Sûresi: 56) der, sefine-i hayatta kemâl-i emniyetle hâdisâtın dağlarvâri dalgaları içinde seyrân eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlakın yed-i kudretine emânet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder, sonra saadet-i ebediyeye girmek için cennete uçabilir. Yoksa, tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker.
Demek, imân tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktizâ eder. Fakat, yanlış anlama! Tevekkül, esbâbı bütün bütün reddetmek değildir. Belki, esbâbı dest-i kudretin perdesi bilip riâyet ederek; esbâba teşebbüs ise, bir nevi duâ-i fiilî telâkkî ederek; müsebbebâtı yalnız Cenâb-ı Haktan istemek ve neticeleri ondan bilmek ve ona minnettar olmaktan ibârettir.
Tevekkül eden ve etmeyenin misâlleri, şu hikâyeye benzer.. Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup, nezâret eder; diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor.
Ona denildi: “Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.”
O dedi: “Yok, ben bırakmayacağım. Belki zâyi olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhafaza edeceğim.”
Yine ona denildi: “Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem, gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere takat getiremeyecek. Kaptan dahi, eğer seni bu halde görse, ya divanedir diye seni tard edecek, ya ‘Haindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihza ediyor, hapsedilsin’ diye emredecektir. Hem, herkese maskara olursun. çünkü, ehl-i dikkat nazarında, zaafı gösteren tekebbürün ile, aczi gösteren gururun ile, riyâyı ve zilleti gösteren tasannuun ile, kendini halka mudhike yaptın; herkes sana gülüyor” denildikten sonra, o bîçarenin aklı başına geldi, yükünü yere koydu, üstünde oturdu. “Oh! Allah senden razı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum” dedi.
İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfüruşluktan ve maskaralıktan ve şekâvet-i uhreviyeden ve tazyikât-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın. (Sözler/Said Nursi , 23. Söz., 4. Nokta, s. 285) Yok eğer Allah’tan gelmiş olan şeriat-ı garraya saadet-i daraeyn diye itimad edip bağlanmazsan, Avrupa kapılarında kanun dilenciliğinden kurtulamazsın. Yeri geldiği için altını çizerek diyorum ki; “Biz de Müslümanız” dedikleri halde kurtuluş için, hürriyet için, saadet ve mutluluk için Avrupa’dan kanun dilenciliğinde bulunanlar, kendi hevâ ve heveslerinden kanun ve yasalar icad edip hukuk diye dayatanlar, Allah’ın gönderdiği alternatifsiz hayat sistemi İslâm’a itimad etmeyen, İslâm’ın sahibi olan Allahû Teâla’ya tevekkülü kalmayanlardır!
Tevekkülün gemisine binmek; Allah’ın gönderdiği nizama güvenip ondan gayrisine güvenmemektir. Susuz çölün ortasında Allah’tan umud kesmemektir. Bakınız ilk su imtihanı Hacer ile Zemzem arasındadır. çölün ortasında bebeği ile susuz kalan Hacer’in mücadele hediyesi olarak Zemzem bahşedilmiştir ümmete. Zemzem, suların annesidir. Kıyamete kadar gelecek olan tüm insanlığa yetecek kadar bereketli ve lûtufkârdır. O sadece bir su değil, aynı zamanda açları doyuran sofra, hastalara şifa kaynağı bir iksirdir. Zemzeme ulaşmak için Hacer gibi gözü kara bir tevekkül sahibi olmak gerekir. Hacer’in eşine dönüp; “Beni bebeğimle buraya bırakmanı Rabbim mi istedi?” sorusuna, “Evet” yanıtını aldıktan sonra, “öyleyse haydi git. Allah bize yeter!..” diyebilecek kadar tevekkül. Bu tevekkülün armağanı da Zemzem gibi mucizevi bir su. Hacer ve oğlu, sabır ve tevekkülü içeren su sınavını kazandılar. Nemrud ateşi karşısında Hz. İbrahim (a.s)’i zaferi, Allah’a tevekkülün zaferidir. Tevekkülün gemisine binenler, önlerine Nemrudî ateşler de çıksa geri dönmeyi düşünmeyenlerdir. Nemrudî ateşleri görünce tevekkülün gemisinden inenler, inlerinde inleyerek esir olarak ölüme gidenlerdir. Mücadele meydanlarında ölenler ile evlerinde kaba döşekler üstünde dünyevi hesapları düşünerek ve düşleyerek ölenler hiç bir olur mu?
Karada tevekkülün gemisine binenler, denizde bekleyen geri dönüşün gemilerini ateşe verenlerdir. Asırlarca Ahkâm-ı İslâm’ı devlet seviyesinde uygulanmasına ev sahipliği yapan Endülüs; gemileri yakanlarındır. İspanya’nın fethi sırasında, gemilerle karaya çıkan Tarık Bin Ziyad (r.a); gece gizlice limana gelip tüm gemileri ateşe verir. Ordu şaşkınlıkla limana koştuklarında elinde meşalesiyle komutanlarını görürler. Şöyle seslenir onlara: “Gemileri de yaktım. Silin aklınızdan geri dönüşü. Ya burada İslâm’ın muzaffer olması için çarpışacak, Şehid olacaksınız, ya da denizde boğulacaksınız!.. Başka çıkış yok” Bu sınav da tevekkül ile kazanılır ve İspanya fethedilir.
Tevekkülün gemisine binmiş olanlar, mücadele meydanında düşmanla karşılaştıklarında, düşmanın kalabalığının fazlalığına şahid olduklarında “Allah bes, gayri heves” deyip yollarına devam etmekten geri kalmayanlardır. Cesaretle keyfî, küfrî ve cebrî olanların üzerine varanlar, tevekkül ehli olanlardır. Beşeri imkânların tükendiği yerde cesareti ve metaneti ortaya koyanlar, tuğyan denizinin dalgalarına aldırmadan tevekkül gemisinde yarınlara umudla bakanlardır.
Düşman karşısında dayanmak ve dayanıklı olmak, Allah’a tevekkül etmeye bağlıdır. Mü’min kişinin düşman karşısında dayanma gücü, Allah’a tevekkül miktarıncadır. Tevekkül, insanı Allah’a yönelten ve yakınlaştıran, insana, âlemlerin Rabbi Allah’a yönelmekten aldığı güç ve güvenle zalimlere meydan okutturan aktif ve dinamik bir tutumdur. Kısacası tevekkül, mücadele sahnesini terk edip, İsrailoğulları’nın Hz. Musa’ya “…Ey Musa! Onlar orada bulundukça biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin onlarla savaşın. Biz burada oturacağız.” (Maide 5/24), dediği gibi mücadele sahnesinden kaçmak ve Allah’ın dininin müdafaasını Allah’a havale etmek, tuğyan denizinde tevekkül gemisinden inmektir. Şunu bilelim ki; tevekkül gemisine binmek, Allah’a dayanıp mücadeleye girişmek ve âlemlerin Rabbine olan güvenden alınan güçle Firavunlara, Nemrudlara meydan okumaktır.
İnsanlar, Allah’a güvendikleri kadar güçlüdürler. “Biz de Müslümanız” dedikleri halde imanlarını beşeri kurumlara sigortalayanlar, Allah’a itimat ve güvenleri kalmayanlardır. Mücadele meydanlarında Allah’a tevekkül etmek, hayatı pasifleştirmek için değil, aktif ve güçlü kılmak için vardır. Allah’a olan tevekkülümüz, mücadelemizin enerji kaynağıdır. Mücadele meydanında enerjileri tükenmiş olanlar, Allah’a tevekkülleri kalmamış olanlardır. Mücadele meydanı bir denizdir; bu denizde boğulanlar, tevekkül gemisinden gayrisine binenlerdir. Allah’tan gayrisini güçlü görenler, Allah’ın gönderdiği nizamın gayrisine ikna olup, itimat edenler, tevekkül gemisine binmedikleri için er ya da geç yok olmaya mahkûmdurlar!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.