Başörtüsü ve düşünce özgürlüğü
Üstat Cemil Meriç “Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bir ülkede düşünce adamı mı yetişir?” demişti. Üstattan yıllar önce yaşamış Voltaire ise şöyle demişti: “Düşüncelerine katılmıyorum, ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim.”
Kamusal alanda başörtüsünü yasaklayan; yasakçı, jakoben, seküler iktidarlar, eski-yaşlı çınar ağacı gibi devrilip gidince, örtüye özgürlük geldi. Peki 11 yıldan sonra mı olmalıydı? Sistem yeni rayına oturmaya başladı. Türkiye normalleştikçe bazı şeyler değişmektedir. Meyveyi olgunlaşmadan yiyemezsiniz. Vakti gelmeyince horoz ötmez. Toplumsal değişim ve kabul de öyledir. Onun için zaman her şeyin ilacı gibidir. Sabredenler, mücadelesinde sebat gösterenler, geç de olsa mutlaka ektiklerini biçmektedirler.
Bir kısım laikleri istisna tutarsak liberal çevreler başlangıçta Ak Parti iktidarına destek vermiş, Avrupa yollarına uzanan Tayyip Beye alkış tutmuşlardı. Gelinen süreçte Ak Parti yönünü Ortadoğu’ya (aslında buna kamil manada dönme denmez) çevirince, hem söylemini, programını ve hem de Ortadoğu politikasını eleştirmeye başladılar. Saygı duymakla beraber bu tutumu kendi içerisinde barışık görmüyorum. Hükümetin Suriye politikasını göreceli olarak destekliyorum. Mısır konusunda ise kendisinden beklenileni fazlasıyla yaptı. İsrail ve Filistin konusunda ise ikili oynadığı ve yalnızlaştırıldı söylemine katılmıyorum. Neyse… Biz asıl konumuza gelelim.
Parlamentoya birkaç vekilin başörtüsüyle girmesi oranın saygınlığına gölge düşürmez. Hatta yüceltmez de. Hammaddesi taş duvar olan meclis binasının kendisi, ne kutsaldır, ne de aşağılanacak bir mekandır. Oranın icra ettiği görev önemlidir. Ne yazık ki Mekke’nin Darun Nedve’si ne ise günümüzün yasa konulan, konulan yasalara uyulmaya zorlanan parlamentoları da odur. Çünkü Allah’ın koyduğu hükümlere dayanmayan seküler yasalar, beşer ürünü kanunlar olduğu için özünde sıkıntılıdır. Sıkıntımızın asıl sebebi de budur. İnsan insanın kurdu olmuşsa bundan dolayı olmuştur. Halkının kahir çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede tesettür kamusal alanda serbest bırakıldığı için hepimiz seviniyoruz. Şu hale bakın! Elimizden ne kadar da çok özgürlüklerimizi gasp etmişler de haberimiz yok. Dedik ya, Anadolu halkı ne bedeller ödedi. Ödeye ödeye sırtındaki paltoya kadar sattı.
Türkiye normalleşirken aykırı söylem sahipleri ve eski Türkiye sevdalıları kalelerinden atış yapmaya devam ediyorlar. CHP’nin Muharrem İnce’si inciler döktürüyor. Sayın İnce’ye göre hükümet başörtüsü üzerinden mağdur edebiyatı yapmaktadır. İnce’den inciler okuyalım:
“Sizler bu kürsüde bir kadın arkadaşımızı savunmadınız. Üzerine biber gazı sıkılan kırmızı giysili kadını bir kez burada savunmadınız. Kıyafeti nedeniyle işten atılan sunucuyu hiçbir zaman savunmadınız. Türbanla meclise girme savaşını verdiniz. Yolsuzluğun savaşını vermiyorsunuz. Benim başörtülü bacım diyorsun. Başörtüsüzler senin bacın değil mi?”
Gezi’ye uygun bir dil, ancak bu kadar olur. Pes!
Birisine “seni seviyorum” dediğinizde ötekinin, “ne yani beni sevmiyor musun?” demesi ne kadar abes ise, Sayın İnce’nin sözleri de o kadar abestir. Başı açık kadınlara bir şey diyen mi var? Herkes düşüncesinde, kılık-kıyafetinde özgürdür. Zorla güzellik olmadığı gibi, gönlü olmayan oğlan mazıya da gönderilmez. İslam ve onun ilkelerine inanmak ve yaşamak bir gönül işidir. Nasıl olsa herkes hesabını Allah’a verecektir. Unutulmaması gereken en önemli ilke, hiç kimsenin kutsalına ve inancına küfretmemektir.
Demokrasilerde yasak diye bir şey olmaz. Sadece tesettür yasak değil bu ülkede. Dil, inanç, kültür, düşünce… Bunların önündeki prangalar da kaldırılmalı, herkes düşüncesini özgürce söyleyebilmelidir. Eğer kadın vekil pantolonla meclise gelmek istiyorsa bu onun tercihidir, bırakın gelsin. Yeter ki söylemlerimizde çatışmacı bir dil, eylemlerimizde de şiddet ve terör olmasın. Korkmayın, hiç kimse bundan zarar görmez. Polemik ve biraz da duygusallık yönü ağır basmasa, şahsen bendeniz Şafak Pavey’in konuşmasında uç unsur göremedim.
“Başımı açarak, bir daha kirlenmeyeceğim” diyen bir insan, oturup düşünsün. Asıl kirlilik inanç ve iç dünyanın kirliliğidir. Kıyafet üzerinden ötekini kirli ilan etmek, hiç kimsenin haddi olmamalıdır. Söylenen söze dikkat etmek gerekir. Başı kapalı olmayan her kadın kirli mi oldu şimdi? Dekolte giyinen bayana ne diyeceksiniz? Bu şekil üslupla kime, ne anlatacaksınız? Herkesin birgün yolunun mutlaka mescide uğrama ihtimalinin olabileceğini unutmayınız.
Erkek egemen bir kültürde birbirimizi dinlemeyi, ötekinin inancına saygı duymayı öğrenemedik. Bakalım kadınların aktif siyaset ve kamuda yer almaları kutuplaşmayı engelleyebilecek ve sosyal barışa katkı sağlayabilecek mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.