ABD-İsrail-İran ittifakı ne anlama geliyor?
Önceki gün ve dün, “PKK-BDP’nin çözüm önerisi”nin biri “ayrışma ve İslam düşmanlığı”, diğeri “Siyonist politikaların sözcülüğü/takipçiliği” şeklinde tezahür eden iki vechesine dikkat çektim. Bugün, aslında bir “Siyonist proje” olduğu anlaşılan “PKK terörü”nün iki “fitçi”si, İsral ile İran arasındaki ilişkilerin aniden niçin iyileştiğini sorgulamak istiyorum.
Türkiye’nin “teröre çare olacak çözüm süreci hamlesi”ne İran’ın tepki gösterdiğini anımsarsak, AKP Hükümeti’ni devirmek için başlatılan “gezi olayları”nda “İsrail ajanları”nın aktif rolünü anımsarsak, bu işe “İsrail ile iyi geçinme”yi strateji edinmiş olan “Cemaat medyası”nın da karıştığını anımsarsak, hatta bugünlerde “Hükümet’e karşı operasyonlar”ın Cemaat üzerinden yürütüldüğünü anımsarsak, ABD’nin, “BOP görevi” verdiği Erdoğan’ın “bu rolü fiilen reddetme”sinden ötürü başka arayışlara girildiğini, “Mısır darbesi”nın ve “ABD-İsrail-İran yakınlaşması”nın bunun sonucu olduğunu anımsarsak, bu konunun önemini/boyutlarını da anlamış oluruz.
İran ile İsrail, düne kadar birbirini “en büyük düşman” görüyordu. İran İsrail’i haritadan sileceğini, İsrail ise İran’ı yerle bir edeceğini açıklayıp duruyordu. Ancak şimdi İsrail Cumhurbaşkanı Peres, görüşmeye hazır olduklarını açıkladı. Bugüne kadar düşmanlıklarını açıkça ilân etmemişler gibi, Peres, “İran’ı düşman olarak görmüyoruz” dedi.
Peres’in bu cümlesinden daha ilginç olanı ve aslında, bence hakikati, bu zamana kadar oynanan tiyatroyu ifşa aden ifadesi, “düşmanlığın kişisel bir mesele değil, politikanın bir konusu olduğu”na dair sözleridir. Yani bu zamana kadar İran ile İsrail, birbirlerine “politika gereği düşmanlık” yapmışlar; daha doğrusu “politika gereği düşman gibi gözükmüşler.”
İran’la kucaklaşmaya kalkışan İsrail Cumhurbaşkanı, bunu izah için “barıştan yanayız ve nihai amacın düşmanları dostlara dönüştürmek olduğuna inanıyorum” dedi; ancak bunu dediği esnada İsrail, Filistin’de müslümanlara düşmanlığın “en ileri boyutları”nı tatbik ediyordu. Bu yaklaşım, İran ile İsrail arasında, ABD’nin ağabeyliğinde biçimlendirilen “Yeni Ortadoğu Stratejisi”ne dair “kirli gelişmeler”e önemli bir ipucu veriyor.
Nitekim “Mısır’da İsrail’in dediği oluyor, Suriye’de İran’ın...” ABD, her ikisi ile de iyi geçinirken, düne kadar birbirini haritadan silmek isteyen İran ve İsrail arasında yakınlaşma sinyalleri servis ediliyor. Dünyaya nizam verip konvansiyonel silahları bile kontrol altında tutmak isteyen ABD, -ki Türkiye’nin “insansız hava aracı”na takılmak için silah satılmasına izin verilmediğini hatırlayın-, “nükleer güç”e sahip İran’ın bu faaliyetini kabul etmiş oldu. Diğer yandan, “nükleer İran”a karşı çıkan İsrail ise, şimdi İran’la aşk yaşamaya hazırlanıyor!
Bu arada Cenevre’de yapılan “İran-ABD görüşmeleri” sıcaklığını korurken, “bu ne acele?” denilecek türden, “birbirine hasret kalmış iki dostun buluşması”nı andıran bir gelişme yaşandı: Güney Afrika eski Cumhurbaşkanı Nelson Mandela’nın cenaze töreni vesilesiyle “ABD Başkanı Obama ile İran Cumhurbaşkanı Ruhani bir araya gelecek”miş!
Bu görüşmenin altyapısı da hazırlanmış gibi. Nitekim bu kapsamda, “Mandela’nın hayattayken ülkeleri birbirine yakınlaştırmakta oynadığı rol”e dikkat çekiliyor ve bu rolün, “cenaze merasimi” vesilesiyle bir kez daha işlevsellik kazanabileceğine vurgu yapılıyor. Böylece bu zamana kadar “İran ve ABD’nin birbirine karşı sarfettiği sözler ve hasımlığın nasıl olup da birden bire dostluğa dönüşeceğinin duygusal altyapısı” oluşturuluyor.
ABD’nin, “Türkiye’ye biçtiği Büyük Ortadoğu Projesi rolü”nün Erdoğan tarafından fiilen sabote edilmesiyle birlikte, “Sünni ülkeleri dize getirmek için Şii-Siyonist ittifakı projesi”ni devreye alması, bunun için “Mısır’ın İsrail güdümüne, Suriye’nin de İran güdümüne terkedilmesi”, Sünni müslümanlar açısından bu “iki aykırı güç”ün “sıcak bir işbirliği”ne sokulması, “Yeni Ortadoğu Stratejisi”nin köşe taşlarını oluşturuyor.
Buna karşılık, Mısır’da İhvan’ın yaydığı “İslamcı özgürlük dalgası”nı kendi saltanatı için tehlike gördüğünden “İsrail-ABD yapımı Cunta”yı destekleyen Suudi Arabistan, bu gelişmeler karşısında, beklenmeyen bir atak yaparak, ABD’ye kızdığı için Rusya’ya yanaştı. İslam coğrafyasının merkez bölgesinde, ABD’nin yerini Rusya’nın alması için Putin’e açık teklifte bulundu. Özgürlüğü içine sindiremeyen Suudiler, “vasi” ve “mandater” değiştirerek “vesayet ve mandacılık”ı sürdürmeye yönelik bir adım attı.
Bunu, yıllarca Washington’da Suud Büyükelçisi olarak görev yapan Bush ailesinin yakın dostu Prens Bendar bin Sultan aracılığıyla yapması, Moskova’ya gidip, “Ortadoğu’da ABD’nin yerini al” önerisini götürmesi, aynı zamanda “Neocon’ların Obama politikalarına karşı bir karşı hamlesi” olarak da yorumlanabilir.
Mısır’da “İsrail ile aynı amaç ve politika” üzerinde birleşen Suudilerin, Suriye’de Esed’in İran eliyle ayakta kalması ve ABD’nin, “İran’ın Suriye egemenliği”ni kabule yanaşıp “İsrail ile İran’ı yakınlaştırma”sı politikası karşısında, “Rusya’yı bölgede güçlendirmek” istemesi, “Ortadoğu’da yeni oyunların tedavüle çıkarıldığı”nın da açık göstergesi.
Bu “yeni oyun”da “Türkiye’nin yeterliliği” ne düzeyde acaba?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.