Ahde Vefa, Hakkı Gizlememek, Sabır ve Namaz
Kur’ân-ı Kerîm, Bakara/40-46. âyetlerde İsrailoğulları kıssasını, bütün milletlere bir örnek olarak zikreder ve onlar üzerinden önceki peygamberlerin ümmetlerinin düştüğü durumlara karşı müminleri de uyarır.
40- “Ey İsrail oğulları, size bağışladığım nimetimi hatırlayın ve Bana verdiğiniz söze/ahde uyun ki, ben de ahdinize bağlı kalayım. Ve yalnızca benden korkun.”
“Nimet”; başkalarına ihsan etme yoluyla yapılan faydadır. Şüphesiz, “her nimet Allah’tandır.” (Nahl/53) ‘Bir şeyin yerine getirilmesini emretmek, söz vermek’; ‘ittifak, anlaşma, sözleşme’ manalarına gelen “ahid” ise; Kur’ân’da hem insanların birbirine söz vermesi hem de Allah ile kulları arasındaki sözleşme manasınadır. Çoğu müfessir, bu ahdi genel anlamda anlar. Taberî ise, özellikle Allah’ın Yahudilere, Tevrat’ta hakkında bilgi verilen Hz. Muhammed’in peygamberliğini tanıyıp ona inanmalarını ve bunu insanlara açıklamalarını emretmesi ve söz alması şeklinde yorumlar. Seyyid Kutub, bu ahdi; Allah ile kulları arasında akdedilen “insanların kalpleri ile Allah’a bağlanmaları, tüm varlıkları ile O’na teslim olmaları” şeklinde özetler.
41- “Yanınızda olan(Tevrat)ı, doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur’an’a) iman edin; onu inkâr edenlerin ilki siz olmayın ve âyetlerimi az bir değer karşılığında değişmeyin. Ve yalnızca Ben’den korkup-sakının.”
Kur’an’ın Tevrat’ı tasdik etmesinin anlamı; ‘Tevhid inancı, geçmiş peygamberlere iman, iyiliklerin yapılması, kötülüklerin terk edilmesi’ gibi Tevrat’ta yer alan temel öğretileri Kur’an’ın tanımasıdır. (S.Kutub)
Hz. Muhammed’in getirdiği din, işte bu tek ve ölümsüz dinin tâ kendisidir. O, ortak dinin son şekli; ilâhî mesajlar zincirinin son halkası, hep yürürlükte kalan ilâhi ahdin devamıdır. Burada Yahudiler, çıkarları ve dünyalık menfaatleri karşılığı Ahireti satmamaya ve Tevrat’ı onaylayan Kur’an’ı inkâr etmemeye çağrılır.
Bu iki âyette geçen “rehbet” ile “ittikâ” arasındaki fark: “Rehbet” korkudan ibarettir; “ittikâ” kendisinden sakınılacak şey sözkonusu olduğunda ihtiyaç duyulur. Rehbet korkuda ilk makam; ittika zirve makamdır.
42- “Hakkı batıl ile örtmeyin/bulaştırmayın ve sizce de bilinirken hakkı gizlemeyin.”
M. Esed’e göre; burada kasıt Yahudilerin Kitâb-ı Mukaddes’i tahrif etmeleridir -ki bu tahrifat, objektif metin tetkikleri yoluyla da ispatlanmıştır. “Hakikatin gizlenmesi” ise, Yahudilerin, Kitâb-ı Mukaddes’deki Hz. Musa’nın “Tanrın Rab, sizin için aranızdan, kardeşleriniz içinden tıpkı benim gibi bir peygamber çıkaracak, siz o’nu dinleyeceksiniz.” (Tesniye xviii, 15) sözlerini ve bizzat Allah’a izafe edilen: “Kardeşlerin arasından onlara senin gibi bir peygamber göndereceğim ve o’nun ağzına kendi sözlerimi koyacağım.” (Tesniye xviii, 18) sözleri göz ardı etmelerine işaret eder. Ama bile bile hak ve hakikati gizleyen herkesi ve özellikle âlimleri kapsar.
43- “Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve rükû edenlerle siz de rükû edin.”
Kur’an, Yahudilere ve dolaylı olarak Müslümanlara ve bütün insanlığa, maddî ve dünyevî menfaatlerin, egoist arzu ve eğilimlerin etkisine kapılarak doğru ve gerçek olan ile eğri, yanlış ve asılsız olanı kasıtlı olarak birbirine karıştırmamaları, hakkı örtüp saklamaktan kaçınmaları gerektiği yönünde önemli bir uyarı yapar. Temel gerçek Kur’an’ın hak kitap ve Hz, Muhammed’in hak peygamber olduğudur. Bu sebeple inkârcıların hak ile bâtılı birbirine karıştırıp hakkı gizlememeleri, Müslümanlarla birlikte namazı kılıp zekâtı vermeleri, Allah’ın hükmüne boyun eğmeleri istenmiştir. Burada, özellikle namaz ve zekâtın emredilmesi, bunlardan ilkinin bedenî ibadetlerin, ikincisinin de malî ibadetlerin en önemlisi olmasındandır. (F.Razi)
44- “Siz insanlara iyiliği emrederken kendinizi unutur musunuz? Siz kitabı okumaktasınız; yine de akıllanmaz mısınız?” ‘İyilik, doğruluk’ anlamına gelen “birr”; dinî ve ahlâkî bir terim olarak, iman ve ibadetten başlar her tür iyilik, ihsan, itaat, doğruluk, günahsızlık gibi manaları içerir (Bkz: Bakara/177; Âl-i İmran 92).
Bu âyette asıl muhataplar Yahudi din bilginleri ise de; başkalarına iyiliği emrederken kendilerini unutan yani kendi yaşayışları ile bilgileri ve sözleri çelişen herkese seslenilir: “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” ifadesiyle bu çelişkili tutumlarının, yalnızca dine değil, akla da aykırı olduğuna işaret edilir. Bu âyet, Yahudi din bilginleri kadar Müslüman din önderleri ve bilginleri için de bir uyarıdır. (Kur’ân Yolu)
45- “Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, içi saygıyla ürperenlerin dışındakilere zordur.”
Sabır, zorluklar karşısında acizlik gösterip teslim olmak değil; aksine, Allah’ın yardımına güvenerek güçlükleri aşma iradesini göstermektir. Sabır; her tür sıkıntıya direnmek için gerekli bir azıktır. Namaz ise, kul ile Allah arasında bir buluşma vesilesi, bir ilişki bağıdır; kalbe güç kazandıran bir ilişki. Bunun içindir ki, Peygamberimiz (s), karşılaştığı her sıkıntılı durumda namazın rahatlatıcı kucağına sığınırdı.
Huşû; Allah’a gönülden saygı duyup bağlanmak, boyun eğip itaat etmektir. Namaz, Allah’a asi olan ve Ahiret gününe inanmayan için zor; O’na döndürüleceğine inanıp gönülden itaat eden içinse zevkli ameldir.
46- “O müminler ise, şüphesiz, Rableriyle karşılaşacaklarını ve şüphesiz, O’na döneceklerini bilirler.”
Allah’a kavuşacağına kesin inanç; sabrın, sıkıntılara katlanmanın, takva ve duyarlılığın temel dayanağıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.