Abdullah Yıldız

Abdullah Yıldız

Birbirimizi sevmedikçe

Birbirimizi sevmedikçe

“Mü’minler sadece kardeştirler” (Hucurat 49/10) âyetini sıkça dillendiririz. Ancak bu hakikati tekrar edip durmakla, âyette beyan edilen ilahi talimatın gereğini yapmış olur muyuz? Kardeşlik bilincini yüreklerimize sindirmeden ve özellikle âyetin devamındaki “öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin!” emrini yerine getirmek için çaba sarf etmeden, gerçekten “kardeşler” olduğumuzu söyleyebilir miyiz?

Evet, biz aynı Allah’a, Peygamber’e ve Kitab’a inanan, aynı kıbleye yönelen Müslümanlar olarak iman ve din kardeşiyiz. Bu kardeşlik, her türlü kimlik tanımlamalarının üzerinde bir üst kimliktir.

Müslüman kimliğimizi ve kardeşliğimizi‘içimizdeki akılsızlar’(A’râf 7/155) ve dışımızdaki düşmanlar alabildiğine aşındırsalar da, bize düşen, bu kardeşliğimizi onarmaktır. Bu onarma çabalarına rağmen, bir taraf diğerine saldırmaya devam ediyorsa, yapılması gerekeni yukarıdaki âyetin sibakında buluruz:

“Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz; eğer biri diğeri üzerine saldırırsa, saldıranlarla Allah’ın buyruğuna dönmelerine kadar savaşınız; eğer dönerlerse aralarını adaletle bulunuz, adil davranınız, şüphesiz Allah adil davrananları sever.” (Hucurât 49/9)

İmdi, inanç ve ilke düzleminde “kardeş” olmamıza ve vahdet içinde bulunma mecburiyetimize rağmen, Müslümanlar olarak bu sorumluluğumuzu yerine getiremediğimiz, aksine bölük-pörçük ve paramparça bir manzara arz ettiğimiz hatta “düşman kardeşler” haline geldiğimiz apaçık ortadadır.

Yüce Rabbimiz; “Muhakkak ki bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir; çünkü hepinizin Rabbi Benim; öyleyse Bana karşı (takvâlı) sorumluluğunuzun bilincinde olun!” (Müminun 23/52) buyurur.

Evet, hepimiz “bir tek ümmet”iz! Ancak, ümmet olarak sorumluluklarımızın bilincinde miyiz? M. Esed, “takvâ” bilincini; ‘Allah’ın her zaman ve her yerde hazır olduğunun farkında olmak ve kişinin bu farkında oluşun ışığı altında varlığını biçimlendirme arzusu’ olarak tanımlar ki, ümmet olarak varlık ve hayatımızı bu bilinçle şekillendiremediğimiz ortadadır ve hâlimiz, bu âyetin devamında (Mü’minûn 23/53) tasvir edilen bölünmüşlük manzarasının tıpatıp aynısıdır: “(Din-sistem tek iken) onlar aralarında işlerini parçaladılar. Her grup kendi inanç-fikir (sistem)leriyle hoşnuttur (sevinip-böbürlenmektedir).” 

Halimizi böyle tanımlamak, umut kırıcı bir kabul olarak algılanabilir, ancak bu gerçekçi teşhis; tedavi için, yani “kardeşlik bilincimizi” yeniden onarmak ve inşa etmek için ilk adım olarak zaruridir! 

Evet, vakıa budur! Ve yazık ki bu hâl, İslâm’ın azılı düşmanlarına fırsatlar ve imkânlar sunmaktadır.

Hatırlarsak, yaklaşık on yıl önce, İslâm dünyasına yönelik sinsi planların baş mimarlarından biri (Zbigniev Brzezinski); “bundan böyle savaş Müslümanlarla Müslümanlar arasına olacak” demişti.

İslâm âleminde ustaca sahnelenen bu sinsi planın sonucudur ki bugün Müslüman Müslümanın kanını akıtmaya devam ediyor ve dökülen her damla kan, parçalanmışlığımızı daha bir derinleştiriyor

Bu kanlı çatışma ortamına rağmen, yaklaşık bir yıldır kendi iç barış sürecini korumaya çalışan Türkiye’de ise; son zamanlarda siyasi-ideolojik ayrışmaların, özellikle de Müslümanlar arasındaki meşrep ve mektep farklılıklarının daha derin fay hatlarına dönüştürülmek istendiğine tanık oluyoruz.

İşte bu noktada Mümin kardeşlerimizi itidal ve teenniye davet etmek, “birbirimize hakkı, sabrı ve merhameti tavsiye etme” (Asr 1-3; Beled 17) ilkesinin bir gereği olarak en temel görevlerimizden biridir.

Kardeşliği ‘söz’den ‘öz’e ve fiile aktarmak da, Kur’ân ve sünnetteki ilkeleri uygulamaktan geçiyor:

Yalnız Allah’ı, Rasûl’ünü ve müminleri velî(dost, destekçi, koruyucu) edinmeleri gereken(Mâide 5/55; Tevbe 9/71) müminler; “Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin… Onları dost tutanlar onlardandır” (Mâide 5/51) ikazına uymalı; “kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise merhametli(Fetih 48/29) olmalıdırlar. 

Müminler arasında kardeşlikdostluk ve sevgi bağının oluşturulmasını emreden çok sayıdaki âyet-i kerimenin mesajını çarpıcı biçimde özetleyen Peygamberimizin (s.) şu hadis-i şerifi, özellikle şu günlerde öncelikli gündemimiz ve temel davranış ilkemiz olmalıdır:“İman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.” (Müslim, İmân 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme 56)

Bu günlerde duamız ise, geçen yazıda da hatırlattığımız üzere şu âyet-i kerimedeki dua olmalıdır:

“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan/imanda yarışan kardeşlerimizi bağışla ve imana ermiş olan(lardan hiçbiri)ne karşı kalplerimizde bir ğıll’e (kin ve nefrete; yersiz ve uygunsuz düşünce veya duygulara) yer bırakma. Ey Rabbimiz! Sen çok şefkatli ve merhametlisin.”(Haşr 59/10)

Ve yine Peygamber Efendimizin (s.) şu duası olmalıdır: “Allah’ım! Senden Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim.” (Tirmizî, Deavât 73)

Kardeşliğimizi ve sevgi bağımızı tahkim edip korumanın yollarını ise haftaya konuşalım, inşallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Abdullah Yıldız Arşivi