Haşhaşi kim, Yezit kim?
Son günlerde Hükümet ve Gülen Cemaati arasındaki kavga haşhaşilik olayı üzerinden yürüyor, hem de hiç hız kesmeden cemaatin en hızlı savunucularından Ekrem Dumanlı, yazar Ali Bulaç ve Ahmet Turan Alkan Hoca Samanyolu ve Mehtap TV’de her saat başı yayınlanan aynı demeçleri ile adeta bir savunma hattı oluşturdular. Biliyorsunuz bu başbakan daha önce de hem de çok değil 6 ay kadar önce bir cemaat organizasyonu olan Türkçe Olimpiyatları’na katılmış ve orada dünyanın dört bir yanına dağılmış hizmet alperenlerine övgüler yağdırmıştı. Erdoğan, yanlış mı yapmıştı o zaman... Asla! Bugün de onların fedakarlıklarını ve bu topraklara adanan ömürlerinin uzun olmasını dilemek düşer bizlere. Bu kardeşlik hukukunun bir gereğidir.
Pekiiiy yaşanan bu kavganın suçlusu kim? Şimdi o suçluyu el yordamı ile bulabilmek için gelin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkçe Olimpiyatları’nda yaptığı konuşmadan birkaç paragrafa dikkat kesilelim:
“Sizler bozkırdaki fidan gibi, çölün ortasındaki vaha gibi, kuruyan dudaklarda bir damla su gibi, kararmış dudaklarda bir damla merhamet gibi en zor zamanlarda bize güzeli anlattınız bize güzeli hatırlattınız. 3 haftadır Türkiye'de birbirinden taban tabana zıt iki fotoğraf var. Bir tarafta taş vardı sapan vardı molotof kokteyli vardı. Diğer tarafta Türkçe vardı Türkü vardı Şiir vardı.
Bir tarafta çatışma vardı bir tarafta kardeşlik dostluk barış vardı. Bir tarafta vandallar bir tarafta gönül dili Türkçe'ye sarılmış barış elçileri vardı. Bir tarafta hakaret vardı, sövgü vardı tahammülsüzlük vardı ama diğer tarafta sevgi vardı, aşk vardı, hoşgörü vardı.
Dövene elsiz gerek sövene dilsiz gerek diyen engin neferler vardı.
Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?
Onu, en çolpa herifler de, emin ol becerir.
Sade sen gösteriver ‘İşte bu dur kubbe’ diye İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye. Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat, o zaman
Bir Süleyman daha lazım yeniden,
Bir de Sinan…
Biz barbarların değil bu ülkeye hizmet edecek Sinan'ları yetiştirecek bir mücadelenin içindedir. Bizim derdimiz Nil nehrinin kenarında dolaşacak Yunus Emreler yetiştirmektir. Bizim derdimiz Mevlanalalar yetiştirmek. Bizim derdimiz arkamızda çil çil topraklar değil gönül erleri yetiştirmek. Bizim meselemiz Tuna ile Nil'i Fırat'la Dicle'yi kucaklaştırmak. İşte bugün bir kez daha bunun büyük bir coşkusunu yaşıyoruz. Tüm gönüller arasında Türkçe üzerinden köprüler kurmanın keyfini yaşıyoruz. Adeta karşımda İbrahim Tatlıses'i gördüm.
Allah şifalar versin bu kadar yaşta adeta bir İbrahim Tatlıses, Bulgaristan'da 12 yaşındaki yavrumuzu dinledim. Baktım ki bambaşka.. Dilinde değil gönlünden hücrelerinden geliyor. Kutluyorum tebrik ediyorum. Hepsi birbirinden güzel hepsi birbirinden başarılı. Bize bu gururu yaşattığınız için sizlere teşekkür ediyorum.”
İlginç, taa o günlerde Erdoğan’ın kalbine bugünkü fitnenin korkusu düşmüş, ya da o endişeyi hep taşımış yüreğinde. Bugün aynı Erdoğan, kendisini sırtından hançerleyenlere karşı “Haşhaşilik” benzetmesi ile karşılık veriyorsa durup düşünmemiz gerekmez mi. Bu başbakan da mı bir akıl tutulması var, yoksa ellerini göklere kadar yükseltip cümle cihanı titreten bir bedduayı, kardeşlik hukukunu hiçe sayarak yapan bir Fethullah Hoca da mı akıl tutulması var? Kardeşlik hukukunu ayaklar altına alıp kardeşlik hukukunu yürürlüğe sokan ve İsrailli dostlarından her gün yeni bir alkış tufanı alan Fethullah Hoca, Başbakan Erdoğan’a karşı başlattığı savaştan sonradır ki “Haşhaşilik” benzetmezine muhatap olmuştur. Buyrun Erdoğan’ın Cemaati ağır bir dille suçlayan o konuşmasına:
“17 Aralık'tan bugüne kadar, devletin kurumları içinde nasıl çark kurulduğu, nasıl bir örgütsel yapılanmaya gidildiği net olarak ortaya çıktı. Göreceksiniz, bundan çok daha fazlası ortaya çıkacak. Biz diyorduk ki dünyaya yönelik, muasır medeniyetler seviyesinin üzerine ülkemizi nasıl çıkaracağız, buna yoğunlaşalım. Bütün gayretimizi, enerjimizi, herşeyimizi buraya verelim ama maalesef içeride de ister istemez, şimdi buraya da biraz enerji harcamak durumunda kaldık. Çünkü biz bunları meydana çıkarmak zorundayız. Kim olursa olsun, artık olayın aslı şudur: Acırsanız acınacak hale gelirsiniz. Nasıl bir takiyenın, kokuşmuşluğun, çürümüşlüğün hüküm sürdüğü ortaya çıkacak. Malezya'da beraberimizdeki medya mensuplarına da ifade ettim: Virüs vücuda girmiş, sinsi bir şekilde yerleşmiş, çoğalmış, bir anda vücudu esir almak üzere harekete geçmiş. Ancak bu bünye, kendisini sinsi virüslere teslim edecek kadar zayıf bir bünye değil.
"Büyük Selçuklu Devletinde Haşhaşiler denilen gözü dönmüş gizli bir örgütün devlet bünyesini nasıl esir almaya çalıştığını, gerektiğinde düşmanlarla nasıl işbirliğine gittiğini, asırlar önce millet olarak yaşadık ve gördük. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu sinsi virüslere, devlet bünyesini terketmeye yönelik sızıntılara asla geçit vermez ve vermeyecektir."
Erdoğan, 12 yıl birlikte yürüdüğü bu insanlardan neden birdenbire endişeye kapıldı? Her şey kamuoyunun önünde cereyan ediyor. Kendi ülkesine gelip, hareketi yönetme cesareti gösteremeyen bir dini lider portresi ile karşı k arşıyayız. İsrail’i otorite olarak tanıyan ve onlar önünde şapka çıkaran bir dini liderle karşı karşıyayız. Yurtdışındaki okullarını kurtarabilmek için kendi kardeşlerinin yoluna mayın döşemeyi mübah sayan bir dini liderle karşı karşıyayız. Bu yaptıkları Haşhaşilik olarak vasıflandırılınca da kalemşörler yaylım ateşine başlıyor. Buyrun yazımızın başında zikrettiğimiz 3 cemaat yazarının Erdoğan’ı güya kardeşlik hukuku adına suçlamalarına:
“Çok sakıncalı bir ifade olarak görüyorum. Çünkü Haşhaşiler bir yer altı teşkilatıdır. Bir suikast timidir. Başta devlet görevlilerini ve kamu görevlilerini hedef alan bir örgüttü. Ayrıca bunlar esrar aldıkları için ne yaptıklarını bilmezlerdi. Bugün hükümet ve bazı yazarlar tarafından bu cemaate, cemaat üyelerine hamlediliyor. Bu çok tehlikeli ve çok yanlış bir şeydir. Bu durumda cemaate mensup bütün insanlar haşhaş kullanan birer ‘Haşhaşi’ oluyor. Birer suikastçı, terörist oluyor. Bu, toplumda ciddi gerginliklere sebebiyet verebilir. Başbakan bunu nasıl kullandı, niye kullandı anlayamadım. Doğrusu çok garipsedim. Bu toplumda büyük bir huzursuzluk yaratır. İnsanların birbirine tavrını ve yaklaşımını değiştirir. Biri diğerine karşı tavır koymaya, hatta gardını almaya başlar. Bu çeşitli ihbar ve ispiyonlara yol açar. Belki de arkasından gelecek bir darbenin gerekçesi olarak dahi kullanılabilir. Ben bunu çok yanlış buldum ve gerçekten çok tedirginlik duydum.
Şimdi düşünün AK Partili bir müslüman camiye gidip cemaatten bir müslümanla karşılaştığı zaman aynı safta yer alacak. 'Benim yanımdaki acaba haşhaşi mi, terör örgütünün üyesi mi, suikast mi düzenleyecek?' diye düşünür gardını alır. Bu hakikaten yani bizim birlik ve beraberliğimizi kardeşlik duygumuzu ümmet olma şuurumuzu çok derinden etkileyen bir şeydir” dedi.
Fethullah Hoca’nın ancak bir düşmana yapılacak bedduası fitne olmuyor da Erdoğan’ın nefs-i müdafaası fitne oluyor, ne âlâ memleket!
Geliyoruz Ahmet Turan Alkan Hoca’nın müdafasına:
“Bir politikacının hizmet hareketine haşhaşi demesini tek kelime ile yakışıksızdır. Bu isimlendirmenin bu kötülemenin bu cadı avının bu ötelemenin sonu nereye kadar varır tabi bunu hesap etmek mümkün değil. Bunlar ancak sahibinin sorumluluğuna bırakılması gereken kelimeler. Hizmet hareketinin Türkiye ve dünyada insanlığın yardımına koştuğunu Allah rızası için çalıştığını biliyoruz. Sayın başbakan ve taraftarları ortamı germek istiyorlar sinirlendirmek istiyorlar Bu hareketten birilerinin çıkıp bugüne kadar görülmemiş bir şey yapmasını mesela ağzını bozmasını terbiyesini bozmasını kimsenin tasvip etmeyeceği bir yola tevessül etmesini bekliyorlar. Bunlar sinir bozma hareketleridir. Böyle bir benzerlik olamaz. Tam aksine hizmet hareketine gönül veren insanlar hiçbirinin ağzından kötü bir söz sadır olduğunu duymamışım, kötü bir davranış sadır olduğunu duymamışımdır. Bu iftiralar atılan tarafa yapışmaz.”
Valla Hocam, yakın zamana kadar ben de sizin gibi düşünüyordum, ama bana cemaatten öyle küfürler geliyor ki, şaşırıyorum. Taksim Gezi Parkı eylemleri sırasında küfür dağarcığı bayağı genişledi. Cemaatin hepsinin telefonları ve bant kayıtları mevcut bende, inanın dinleseniz dudaklarınız uçuklar. Hem de sevap kazandıklarını düşünerek küfrediyor bu kardeşlerimiz. Tabii güç aldıkları kaset, Fethullah Hocamızın beddua kasetleri. Bugüne kadar Samanyolu ve Mehtap TV’de belki de 500 defa yayınlanan o kaseti dinleyen insanların Kerbela’daki gibi sokağa dökülmediklerine dua edelim.
İmam şaaparsa, cemaat de şaaparmış hikayesi. Gelelim başı Dumanlı bir adama. Zaman gazetesinin Genel Yayın Müdürü ile bu haşhaşilik benzetmesine misilleme olarak Erdoğan’a Yezit suçlamasında bulunuyor. Doğrusu Yezit kimdir bu devirde iyi düşünmek lazım. Ben çok korktum bu arkadaşların geldikleri noktadan. O devirde yaşasalar Allah için insan, hele hele Peygamber torunlarını boğanlardan olurlar mıydı? Bunun cevabı bile kanımı donduruyor. Rabbim, hakkımızda hayırlı olanı nasibetsin diyerek son noktayı koyalım.