Okullarda farklı öğrenciler
Değerli okuyucular, okullarda her sınıfta olması gereken forma uymayan, sıra dışı öğrenciler mutlaka vardır. Bunlar günü gününe uymayan, ders dinlemeyen, sınıfın huzurunu bozan, kavrama-okuma-yazma-hesap zorluğu çeken, sınıfta toplu çalışmalara katılmayan, çatışma çıkaran öğrencilerdir. Bu yazımda ben, okul olgunluğunda olmayan, okuma zorluğu çeken, aşırı zeki olan öğrencilere örnekler vermek istiyorum. Okul olgunluğunda olmayan çocuk demek; okula ve derslere zihinsel veya ruhsal yönden uyum sağlayamayan öğrenci demek aslında... Demet, henüz yeni altı yaşına girmişken, ilkokula başladı. Öğretmeni onun dersleriyle ilgilenmediğinden yakınıyordu. Demet, yazı yazamıyor, okuyamıyordu. Ona yaptığım testler ve incelemeler sonucuna göre Demet, zeka ve gelişim yönünden aslında okula uygundu. Ancak ruhsal yönden henüz okul olgunluğunda değildi. Aklı fikri; oyun oynamak ve haylazlık yapmaktı. Tek sorun, çocuğun okula erken başlamasıyla ilgiliydi. Daha sonra Demet o yıl, okuldan alınıp anaokuluna verildi. Ertesi yıl Demet okula hemen uyum sağladı. Çok güzel okudu yazdı. Anne ve babaların zaman zaman sabırsız tutumları, henüz okul yaşına gelmemiş çocuklarını okula yollamaları ve bunda ısrar etmeleri çocukları zor durumlara düşürmektedir. Bu çocuklar zeki bile olsalar, başarısız olmakta ve düşük not almaktadırlar.
Bazı çocuklar, zekaları ve anlama kapasiteleri iyi olsa bile okuma-yazma güçlüğü yani öğrenme güçlüğü çekebilirler. Böyle çocuklara sınıf tekrarlatmak sakıncalıdır. Çünkü bu çocukların zekaları normal değerlerdedir. Sınıf tekrarlaması, çocuklara ruhsal yönden zarar verir. Bu çocuklar, özel yardım ve sınıf öğretmeninin özel çaba ve ilgisiyle başarılı olurlar. Öğretmenler asla, bu çocuklara aptal, tembel, dikkatsiz, dalgın gibi yakıştırma yapmamalıdır. Ceza ve azardan şiddetle kaçınılmalıdır.
Veysi sekiz yaşında, ilkokul üçüncü sınıfa devam ediyor. Neşeli, uyumlu, konuşkan bir çocuk. Spora meraklı. Kafasından hesap yaparsa matematikte başarılı. Fakat yazılı sınavlarda hep hata yapıyor. Veysi, bütün problemlerin cevaplarını doğru yapıyor ama kağıda yanlış geçiriyor. Örneğin sonuç 54 ise o, 45 yazıyor. Veysi ilkokula başladığında, henüz kelimelerin dizilişini, harfleri öğrenirken de tümünü tersten, sanki aynadan okurmuş gibi yazıyordu. Hele el yazısında büyük zorluklarla karşılaştı. Küçük b ile d’yi bir türlü ayırt edemiyordu. Ya da kelimeleri yanlış yazıyordu. Veysi sözlü sınavlarda iyi not alıyordu. Böylece de kendi çabası ile sınıfını geçiyordu. Veysi ile annesi bana geldi, öğrenciye gereken testler yapıldı. Öğrenciye hem evde hem okulda sayısız okuma-yazma metodu uygulandı. Düzgün yazı yazabilmesi için her harf ayrı renkte yazıldı. Yaptığı yanlışları kendisi bulması sağlandı. Okuma-yazmasında ve dikkatini toplamada öğrenci daha başarılı hale geldi.
Bir başka örnek de üstün zekalı öğrencilerimden biri; Kerem okula başladığında okuma-yazma biliyordu. Aritmetik hesapları da oldukça iyi yapıyordu. Henüz üç yaşındayken, harfleri oyun tahtasında yan yana yazar, seslerini çıkarırdı. Kerem çok da güzel resimler yapıyordu. Ailenin tek çocuğu idi. Okula başlamadan önce anne ile bana gelmişler ve yapılması gereken zeka ve gelişim testlerini yaptırmışlardı. Kerem 7 yaşındaydı ama, zekası 10 yaş çocuğunun zekasındaydı. Kerem, hemen el yazısını da öğrendi. Ders aralarında bir sorun yoktu, ancak ders sırasında diğerlerine kafa tutuyor, onların öğrenmelerini engelliyor, sorun çıkartıyordu. Derste arkadaşlarını konuşturmaya çalışıyordu. Çünkü, öğretmenin anlattıkları kendini ilgilendirmiyordu. Zaten o bunları biliyordu. Ertesi yıl aile, öğrenciyi okuldan aldı. Kerem üçüncü sınıfta İngilizce eğitim veren bir okula başladı. İlk yıl İngilizceyi mükemmel öğrendi. Ertesi yıl da dördüncü sınıfı atlayarak beşinci sınıfa devam etti. O yüzden değerli okurlar, bu tür üstün zekalı çocuklar mutlaka kendi gibi üstün olanların okudukları okullarda eğitim görmeli. Çocuk kendi yaşında ancak üstün zekalı arkadaşları ile, ruhsal çatışmalar yaşamadan eğitimini sürdürebiliyor. Araştırma, inceleme, kendi özel ilgi alanlarına yoğunlaşma olanağı bulabiliyor.
Sınıflarda zorluk çeken, sorun olan bir başka grup öğrenci de konuşmaktan ürken öğrencilerdir. Rasim, yedi yaşında ilkokula başlamıştı. Derslerde hiç konuşmuyor, sadece yazı yazıyor, resim yapıyordu. Öğretmenine daha tek bir kelime etmemişti. Annesi Rasim’in evde ve mahallede arkadaşlarıyla konuştuğunu söylüyordu. Ancak öğretmeni Rasim’in niye sınıfta konuşmadığını anladı. Rasim kelimeleri tam telaffuz edemiyor, ya yutuyor ya da uzatıyordu. Annesi ile evde sorun olmuyordu. Çünkü onlar çocuğun konuşmasına alışmışlardı. Onun için çocuk rahattı. Ama yabancılardan korkuyor, onlarla konuşmuyordu. Öğretmeni her seferinde Rasim’i cesaretlendirdi, ona yapabileceği sorumluluklar verdi. Bir konuşma terapistinden yardım istendi. Terapistin önerileri ile çocuğa alıştırma yaptırdı. Rasim’in ürkekliği gün geçtikçe hafifledi. Öğretmen Rasim’i bir de koroya aldı. Zamanla Rasim daha çok kendine güvenmeye, az da olsa arkadaşlarıyla ve öğretmeniyle konuşmaya başladı.
Psikolojide konuşamama haline “mutizm “denir. Aşırı duyarlı, aşırı hayal kırıklığına uğramış içe dönük çocuklarda daha çok görülür. Mutizm yani seçici konuşmazlık, çocuğun evde konuşup, okulda veya sosyal hayatında konuşmaması durumudur.”Psikanalitik kurama “göre, Mütik çocukların anneleri her ne kadar çocuklarının dışarıda konuşmalarını çok arzu ettiklerini söyleseler de, bilinçdışında çocuğun kendilerine olan bu bağımlılığından ve dışarıya kapalı oluşundan memnundurlar. Bu annleler çoğu zaman aşırı koruyucu ve kontrolcü annelerdir. Mütik çocuk ile annesi arasındaki ilişki biçimi ikirciklidir. Çocuk anneye bağımlılık ihtiyacı ve ondan ayrılma-özerkliğini kazanma arzusu arasında kalır. Böylelikle çocuk anneden uzaklaşmayı yani ötekine açılımı, anneye yönelik agresif bir eylem gibi ele alır. Sadist duyguların ortaya çıkışını engellemek için aşırı kontrol ihtiyacı gündeme gelir. (Weininger,1990)
Babanın rolüne gelince, yapılan çalışmalarda babaların çoğunlukla yaşça daha büyük ve evden uzak kalan babalar olduğunu görüyoruz ki, bu da annenin çocukla kapalı ve aşırı denetleyen-koruyan bir sistemde kalışını destekleyen bir durumdur. Bu babalar, dışarıda kalan ve pasif babalardır.
Farklı sorunlar gösteren bu çocuklarımızı olduğu gibi kabul etmek çok önemlidir. Eğer bu çocuklar kronik olarak eleştirilirse ve ebeveynin kendisini başka birisi yapmaya çalıştığını hissederse sevilmediğini düşünür. Seven ve bilinçli bir anne-baba olarak yapmanız gereken, çocuğunuza kendisinin yanlış ve başarısız bir kişi olduğu hissini vermeden, istenilen olumlu davranış değişikliklerini destekleyecek yöntemler bulmaktır.
Çocuklarımızı koşulsuz sevebilmeniz duasıyla Rabbim’e emanet olunuz.
PSİKOTERAPİST KIVANÇ TIĞLI.DNŞ
TEL: 0 506 401 79 91-0 212 503 79 95
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.