Şehzade Mustafa Neden Öldürüldü?
Bir Vaka:
25 Aralık 1683-Belgrad / Gece yarısından önce…
“IV. Mehmet İdam hatt-humâyununu tatbike, Başmabeyincisi Gazzaz Ahmed Paşa’yı memur etti. Ahmed Ağa, 25 Aralık akşamı Belgrad’a geldi ve misyonundan önce Yeniçeri Ağasını haberdar etti. Ahmet Paşa gece yarısından önce Merzifonlunun kaldığı saraya gitti. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa azilden başka hakkında idam fermanı olup olmadığını sordu. Ahmed Ağa, en saygılı dille, böyle bir ferman bulunduğunu ima etti. Bunun üzerine Merzifonlu, namaz kıldı; en küçük bir asabiyet alâmeti göstermeden kendi eliyle kürkünü ve kavuğunu çıkardı. Celladı çağırdı. “Halıyı kaldırın, vücudum zemine düşsün.” dedi. Kendi eliyle sakalını kaldırıp cellada, ibrişim kemendi boynuna geçirmesini söyledi.” Yılmaz Öztuna- Büyük Osmanlı Tarihi cilt:4 s. 303
Osmanoğulları’nda Ölüm ve Yaşam
Osmanlı hanedanındaki kat’l olaylarıyla ilgili ne zaman bir anekdota rastlasam o soğuk sayfalarda yüzeysel anlatılan olayın hangi şartlarda cereyan ettiğini düşünmeden edemem. Acaba bir insan hangi haleti ruhiye ile bir başkasının, üstelik bir yakınının ölüm kararını verir. Kendisi gibi soluyan, hisseden, damarlarında hayat dolaşan bir insanla ilgili “Giderilsin!” emrini verirken neler hisseder. Kalbi titrer mi mesela? Veya pişmanlık… Ya ölüme bile isteye teslim olanlara ne demeli! Tıpkı, alıntıladığımız “vaka”da merhum Merzifonlunun başkentten yüzlerce kilometre uzakta, hiç direnmeden, başka bütün yollar kapalıymışçasına devletin memuruna boynunu uzatışı gibi. Merzifonlu emri dinlemeyebilir veya bir emriyle görevli memuru öldürtebilir ve ne olursa olsun yaşamanın bir yolunu pekâlâ bulabilirdi. Onu bundan alıkoyan neydi?
Şu birkaç zamandır kopan vaveylaya bakınca insan asıl meselenin “ölüm ve hayat” konusunda geçmiş ile farklılaşmamız olduğunu düşünmeden edemiyor. Açıkçası, bizim deforme olmuş ölüm-hayat, ebeveyn-evlat ve devlet-fert ilişkilerimizle 461 yıl önce vuku bulmuş bir olayın içinden çıkabilmemiz mümkün görünmüyor. Çarpıklık bu kadarla kalmayıp üstüne bir de dönemin hadiselerini eksik bilmek eklenince, işler hepten sarpa sarıyor ve kendimizi bir anda Mustafa’ya acırken ve Süleyman’a kahrederken buluyoruz.
Tecrübe İyi Bir Şeydir
Osmanlılar özellikle Selçuklu tecrübesini iyi etüt ederek “devleti ebed-müddet”i kuracak başka kurumlarla birlikte kardeş katlini de bir teamül haline getirmişlerdi. Çünkü iktidar ve iktidar olması muhtemel güçler arasında baş gösterebilecek bir savaş dört bir yanı düşmanla çevrili devleti öngörülemeyen noktalara sürükleyebilirdi. Sultan 2.Bayezid ve Cem Sultan arasında patlayan ve toplumsal boyutlarıyla uzun yıllar süren savaşın ilk sonucu 1480 yılında fethedilen 'Otranto’nun (İtalya-1480) iadesi olmuştu. On küsur yıl süren Fetret devrindeki iç harpler ve 2. Bayezid’in son yıllarındaki “Taht” gerilimi Anadolu’yu düşman tasallutuna açık hale getirmişti. Şia belasının Şah İsmail eliyle Doğu Anadolu’ya sokulması bu karmaşık siyasi dönemin ürünüydü. Tüm bunların sebebi İktidar ortağının varlığıydı. 2.Osman tahta çıktığında zihinsel problemi olan amcasını akıl noksanlığından dolayı “Nasıl olsa padişah olamaz.” diye bertaraf etmemiş ve bu ihmali kendi hayatına mal olmuştu. Bulundukları makamı dine ve insanlara hizmet olarak gören Osmanoğlu hanedanı, insanların mal ve canını riske edecek, devleti Hıristiyan düşmanları karşısında zayıflatacak bir fitne ortamı kaygısını daima duymuş ve topluma gelecek bir zarardansa çareyi kendi “can”larını feda etmekte bulmuşlardı.
Süleyman 1520’de rakipsiz olarak tahta çıkmıştı. Uzun iktidarı ve yetişkin erkek çocukları nedeniyle “Taht kimin olacak?” problemi zamanla büyümeye ve toplumun bütün kesimlerine yayılmaya başlamıştı. Mustafa ile ilgili öngörüler Kanuni’nin de kulağına gitmiş ve sultan, evladına “temkinli” davranmasını salık vermişti. Zira kendisi hayattaydı. Mustafa, iktidardan hoşnutsuz zümrelerle birlik olduğu intibaını uyandıracak şeylerden kaçınmadı. Payitahttan uzaktaydı ve kardeşi Selim hemen Manisa’da idi. İktidarı zayıflatmak isteyen bir takım güçler Mustafa’ya iktidar için düşünülmediğini, Süleyman’a ise Mustafa kaynaklı bir fitnenin kopmak üzere olduğunu fısıldıyorlardı. Üstüne Kanuni’nin sefere çıkamaması toplumdaki Mustafa ile ilgili beklentiyi saraya kadar yükseltmişti. Artık Mustafa kendisi kötü niyet taşımasa dahi, askeriye ve bürokrasi gibi güçlerin devleti sarsmak için koz olarak kullanabilecekleri bir imaj haline gelmişti.
Velhasıl Diyarbakır Beylerbeyi Ayas Paşa’ya Mustafa tarafından yazılan mektupta ele geçirilince acı akıbet gerçekleşir. Bütün can yakıcılığına rağmen kardeş katli uygulaması Osmanlılarda ekseriyetle taht için en uygun adayın öne geçmesini sağlamıştır. Bu sayede 14. yüzyıldan 17. yüzyılın ortalarına kadar düşen bir grafikle de olsa birbiri ardınca atılgan, kabına sığmaz mareşaller tahta çıkmışlar ve “Devlet” bir dünya gücü haline gelmiştir. Sonradan gelişen veraset usulünde hanedanın en yaşlı üyesi tahta çıkmış ancak bu pek insancıl görünen sistem, devleti ihtiyaç duyduğu dinamizmden koparmıştır.
Bitmeyen Bozgun
Bu sıkıcı arka planı Süleyman’ın (Osmanoğlu Hanedanının) düşünme biçimini daha iyi anlayabilmek için anlatma gereği duydum. Bugün Süleyman hakkında kopan fırtınaya Şehzade Mustafa’nın yitirilmesiyle Osmanlı’nın ciddi bir fırsatı kaybetmiş olduğu düşüncesi kaynaklık etmektedir. Eksik bir tarih algısıyla Süleyman dönemi, Devlet’in zirve noktası olarak görülmekte, sonrasında bir yıkılış kültü yaratılmakta ve korkunç sonuçlarıyla hala süren muhteşem Osmanlı bozgununa bir gerekçe aranmaktadır. Çünkü ne dersek diyelim bugün milletimizde asıl kimlik hâlâ Osmanlıdır ve bu kimlik meselesi, biz aksini iddia etsek de bilinçaltımızdaki belirleyiciliğini muhafaza etmektedir.
Geçmişin kitabında hanedan erkeklerinin kanının bulaştığı pek çok sayfa bulunabilir. Bu sayfaları okuyanlar boğucu koridorlarda kaybolabilir ve Topkapı Sarayı’nın kubbelerinde yankılanan korkunç çığlıklar duyabilirler. Bütün bunlar bir toprağı vatan yapmanın ve o vatanda var olmanın acı faturalarıdır. Anadolu coğrafyası vatan haline getirilmişse şayet, bu, birilerinin evlat ve kardeş acılarını bağırlarına basmalarıyla olabilmiştir. Bizlere düşen donuk geçmişi yermek değil, mefkûreleri için evladü ıyalden geçen insanların hizmetlerine karşılık, neyin çabasını verdiğimizin ve neleri feda etmeye hazır olduğumuzun muhasebesini samimiyetle yapmaktır.
facebook.com/ ali osman aydın
twitter@AydnAliosman
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.