İskilipli Atıf Hoca ve Müslümanların Sanatla İmtihanı
İskilipli Atıf Hoca komedi piyeslerine malzeme olacak bir hukuki mesnetle 4 Şubat 1926’da idam edildi. Bu infaz, düşman süngüleri önünde 20 yılda nihayet Meriç ile Fırat arasına kıstırılmış hasta bir bünyeyi, harici düşmanı bertaraf ettikten sonra, bekleyen akıbetin gaddarane yüzünü gözler önüne seriyordu. Atıf Hoca maddi ve manevi tüm seslerin kısıldığı bu derin sükût devresinin ne ilk ne de son kurbanı oldu.
Batıda olsa nice eserlere ilham verecek bu hadise, (Giotto-Hz. İsaya Ağıt-1306, Goya- Prodo/Madrid ve İlya Repin’in tarihi olayları ele aldığı eserleri) Hoca’nın içinde yetiştiği cemiyet başta olmak üzere hiçbir zümrede teessür uyandıramamıştır. Dolayısıyla zamanın tozları bu elim hadisenin üzerine kumdan dağlar yığmış ve cüretli kalemler yetişene dek o mazi, gizlendiği yerde sahipsiz kalmıştır.
“Kelebekler Sonsuza Uçar”la Mesut Uçakan, kör bir toplumda, duman katmanlarını yararcasına Atıf Hoca’nın acı hatırasını meydan yerine dikmeye yeltendi. Gayet yerinde bir yönetim, başarılı müzik kullanımı ve üstün oyunculuklarla bezeli yapıtıyla yaptı bunu. Müslümanların konfor karşısında çözülüverdikleri dönemden yıllar öncesinde meydana gelmesine rağmen bu filme dindar kesimlerden gösterilen alaka beklentinin altında gerçekleşti.
Bugün beyaz perdeyi işgal eden müzahrefata bakıp Müslümanların sinemasızlığına hükmeden sahte serzenişleri dillendirenler, meseleyi bütün boyutlarıyla idrak etmek durumundadırlar. Batı sinemasında, Napolyon, Barabbas, Spartacus gibi yığınla örneğine rastlanacak biyografi çalışmalarını vücuda getirecek inançlı yönetmenlerin bu toplumda yetişmediğini söylemek doğru olmaz. Ancak yapılması halinde, bütün kusurlarına rağmen bu filmleri görmeye gidecek bir kolektif şuurun var olduğunu söylemek, yol olduğu zehabıyla her defasında aynı duvara toslamaktan farksızdır.
Kimi dert sahibi yönetmenler, muhkem bir kale gibi etraflarını kuşatan kayıtsızlık duvarlarına karşı umutsuz bir mücadele vererek ömür tükettiler. ( Çizme-İsmail Güneş, Ölümsüz Karanfiller-Mesut Uçakan-, Hür Adam-Mehmet Tanrısever- bu mücadele döneminin örnekleridir.) Kimileri ise parlak bir yıldız gibi talih göğünü aydınlatacak çağında (Sevgili Ali Murat Güven’in kulakları çınlasın.) bu umutsuz atılış ve yıkılışları bütün çizgileriyle resmetmeye sarf etti vaktini. Lakin asırlık köylü estetiklerini ve bundan mütevellit kadim sanat antipatilerini güdük yorumlarla dini bir temele dayandırmaya çalışan diğer kimileri ise, asri zamanlarda “sanat”ın tuttuğu yerden bihaber hep aynı serzeniş nakaratını tutturup durdular. Kör ve sağır duvarlar kendilerine rağmen yapılan her teşebbüsü büyük bir şiddetle akamete uğratarak yeni hevesleri kırağı düşmüş ekin misali kursaklarda bıraktılar.
Rahmetli Necip Fazıl, sinema ve görsel iletişimin henüz bu ölçüde semizlenmediği bir zamanda, memleketin ruhi hayatına ve kültürüne bakarak “Tanzimat’tan beri ölüyüz.” demişti. Bir cemiyetin hayatiyet işareti, 7 den 70’e her bünye için ürettiği kültürle birlikte akıl ve kalp imbiğinden damıtarak meydana getirdiği sanatıdır. Ulvi bir çığlık gibi İstanbul semalarını çınlatan billur Süleymaniye’yi yok ettiğinizde ortada ne Sinan ne de Süleyman kalır. Edibin kale alınmadığı, tiyatrocunun himaye görmediği ve müzisyenin horlandığı bir toplumda gayri dini neşriyatın Tsunami gibi dev dalgalar halinde hanelerimize çarpıp tuzla buz etmesi mukadderdir.
Ölü oluşumuz “Tanzimattan beri” midir? Yoksa zaten ölü doğmuş bir bünyeye mi sahip idik? Bunun tartışmasını vakti bol olanlar yapadursunlar. Ancak cemiyet olarak tarihin bu dilimi ve mekanın bu sathında, dini kimliğiyle yaşama iştiyakı içinde olanlar bilmelidirler ki, kültür ve sanat var olmanın ve var kalmanın can simididir. Öz kültürünün kılavuzluğunda tarih boyunca misilsiz işler başarmış bir topluluk, şayet, daha nice işler ve ufuklar düşlüyorsa hem Sinan’a hem de Süleymaniye’ye sahip çıkmak mecburiyetindedir, geçmiş ve gelecek adına…
facebook.com/ ali osman aydın
twitter@AydnAliosman
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.