Anabasis, Evliya Çelebi ve Recep İvedik
Bugünkü Batı kültürünün lokomotifi ne olmuştur? Hangi saik onu bu noktaya taşımıştır? Diye sorsak, zannediyorum başta “yazı kültürünü” saymak durumunda kalırız.
Ksenephon’un “Onbinlerin Dönüşü-Anabasis” kitabı M.Ö. 401’deki uzun bir sefer ve akabinde yapılan şiddetli bir harbi anlatır. Pers Prensi Kyros ve Ağabeyi Kral Artakserkes arasında Kunaksa’da (Bugünkü Suriye’nin güneyi) yapılacak savaş için ordulardan biri Lidya’nın Sardes kentinden( Manisa) hareket eder. Kitap, bu ordunun yürüdüğü güzergâhları ve prenslerini savaşta kaybetmelerinin ardından Anadolu’da uzun bir yürüyüşe çıkıp vatanlarına ulaşmalarını anlatır. Hem de gün gün ve olay olay… Zira kitabın yazarı sefere “savaş muhabiri” olarak katılmış ve harpte komutanlar ölünce askerleri eve döndürme vazifesini üzerine almış Ksenephon’dan başkası değildir.
Aynı zamanda Sokrates’in eğitiminden de geçmiş yazarın Anadolu coğrafyası ve pers ordusu hakkında yazdıkları, Büyük İskender’in bölgeye düzenlediği seferlerde çok işine yaramıştır.
Nicolas Vatin’in “Rodos Şövalyeleri ve Osmanlılar “adlı çalışmasında, yöneticilik yapmış bir şövalyenin 21 ciltlik günlüğünden bahseder ki, gerçekten ilginçtir. Yazı kültürü Batı’da öteden beri hayati bir meseledir. Bu yüzden hemen her konuda bolca yayına rastlamak mümkündür. Özellikle batı tarihine biraz meraklıysanız bir Miço’dan Din adamına, Bankerden Marangoza ve hatta bir Esir’e kadar hiç ummayacağınız kişilerden yazılı bir takım belgelere rastlayabilirsiniz. Tabi ki bu yazma âdeti tek taraflı bir ameliye değildir. Aynı toplumda bu tür eserler tüketilmektedir de.
1571 İnebahtı savaşında Türklere tutsak düşen Cervantes’in meşhur Romanı “Don Kişot” konumuz için iyi bir örnektir. Yağmur Atsız’ın söylediğine bakılırsa kitap ilk basımını yaptığı 1605 yılından 1607 yılına kadar tam 12 bin adet satmıştır. Pekiyi, dönemin Osmanlısında işler nasıl gitmektedir. Yazı ve okuma kültürü toplumda yerleşmiş midir? Diye baktığımızda karşımıza uzun analizlere muhtaç bir tablo çıkıverir. “Mir’atül Memalik”i bir kenara bırakırsak ilk hacimli Seyahatnamemiz, Anabasis’ten neredeyse 2000 yıl sonra, Evliya Çelebi tarafından yazılabilmiştir. Descartes, Leibniz, Hobbes karşısında; Kâtip Çelebi ve Nef’i nin omuzunda yükselen bu dönemde devletin tüm enerjisi dâhili isyanları bertaraf etmeye teksif edilmiştir. Çünkü yerleşik düzenle çatışan bozkır kültürünün çalkaladığı Anadolu’da, hayatın temel motifleri yalnızca “siyaset ve iktidar” odaklı bir yön izlemektedir. Bu hercümerç, dönemler boyunca ve nihayetinde medresenin inhitatına dek sürecektir. 3. Ahmet’in Eflatun çevirisi yapanların vergi mükellefiyetini kaldıracağına dair fermanları dahi ancak küçük bir zümrenin dikkatini çekebilecektir. Nihayetinde meşhur “matbaa”mız, faaliyete geçtikten bir süre sonra, rağbet görmediği için hazin bir sessizliğe bürünecektir.
Bugünkü toplumsal alışkanlıklar üzerinden yola çıkarsak çizdiğimiz tablo çokta şaşırtıcı görülmeyecektir. Yüzlerce yıl sonra siyaset ve iktidar hala toplumumuzun asıl konsantrasyonunu oluşturmaktadır. Mesela, “kardeş katli” üzerinden Osmanlı hanedanının tenkit edildiği bir çağda Muhtarlık seçimleri için insanlar bir birini öldürebilmektedir. İktidar uğraşı dışında toplum, topyekûn pespayeliğin sarmaladığı bir kültür dünyasıyla uyuşmaktadır.
Yahya Kemal yazı kültüründen mahrum kayıtsız bir cemiyetin içine düştüğü durumu hüzünle ele alırken şunları söyler: “Büyük harpte, on cephemizin ateşinde hazır bulunmuş güzide ve edebiyat meraklısı bir askerimizin elinde bir gün Çanakkale destanımıza ait Fransızca bir eseri gördüm. Bunu görünce kalbimde bir acı hissettim. Döktüğümüz kanın bile manzarasını Fransızcadan seyretmeğe mahkûmuz. Bizim harp cephelerimiz, bin bir safhalarıyla yokturlar, demek ki, çok eski harplerimiz gibi bunlarda, seneler geçtikçe unutulacaklardır.”
Yahya Kemal’den bu yana okuryazarlıkla ilgili maalesef müspet bir değişim yaşanmadı. Çevirilerden mürekkep bir edebiyat, taklitten ibaret bir sinema, kısır yeknesak bir şiir ve düpedüz uyurgezer bir toplum… Yozlaşmanın boyutunu anlamak için popüler kültürün en dinamik kalemi olan sinema sektöründe son zamanlarda en çok kesilen biletlere bakmak kâfi. Nef’i den beri estetik uçurumundan baş aşağı düşen cemiyetimiz, Recep İvedik’in ilk 3 günde neredeyse 2 milyon seyirciye ulaştığı bir noktada dahi durma emaresi göstermiyor. Necip Fazıl’ın ıstıraplı muhayyilesiyle yoğurduğu, biri diğerine yabancı ruhların ikametgâhı “Ahşap Konak” piyesi, şimdilerde bir heyula olarak hemen her sokakta karşımıza dikiliveriyor.
Her şeye rağmen bu milletin bir kısım fertleri, ruhi muvazeneyi tutturmak ve “bir şey olmak” iddiasını güdüyorsa şayet; Tanzimat’tan bu yana koparıldığı referanslarına süratle dönmek ve olanca hacmiyle omuzlarına devrilen enkazı kaldırmak zorundadır. Evet, okuryazarlık olmadan bir kültür var olabilir; fakat bir medeniyet, var olamaz.
facebook.com/ ali osman aydın
twitter@AydnAliosman
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.