Azmettirici Ebeveynler ve Suçun Mutfağı
“Sen kaplanı besle, büyüt, sonra da pençe atıyor diye kement at, ipe çek! Yazıktır kaplana! Günahtır kaplana!" (Reis Bey) N.F.Kısakürek
“Cinayet”, keskin bir siren sesi gibi en ağır uykuları bölerek, toplumu iliklerine dek titretebiliyor. “Çocuk katliam”ları ile ilgili yaşanan elektriklenmede bunu alenen gördük. Fakat üzerinden çok geçmeden kulaklar yine başka seslere dikkat kesildi.
Bir önceki yazıda suçun mutfağına girmiş ve orada ebeveyni de gördüğümüzü söylemiştik. O halde bu girift konuya bir kez daha eğilelim ve suçun anatomisini yakından izlemeye çalışalım…
Üretimle ilişkilendirirsek çocuk bir çıktı, bir sonuçtur diyebiliriz… Tıpkı fabrikaya giren bilmem ne kadar metal, plastik ve elektronik malzemenin bantların sonundan “bir bilgisayar ya da otomobil olarak çıkması gibi…
Çocukta ekseriyetle annenin bir tasarımı olarak yetişip büyür. Anneler çocuklarını çok güçlü bir biçimde sever… Bu şaşmaz bir inançtır. Ve yine anneler çocuklarını ilk andan itibaren insanüstü bir ihtimamla büyütürler. Ancak kastettiğimiz ihtimam her zaman dozunda verilmez. Gerekmediği halde çocuğunun ayakkabılarını giydiren, “aman düşmesin” diyerek çocuğunun serbestçe hareket etmesine izin vermeyen, çocuğunun ne zaman doyacağına karar veren annelere sizde rastlamışsınızdır…
Çoğu kabule göre bu örneklerde ki gibi bir annenin, çocuğu adına üstlendiği işler “iyi annelik” gösterisi olarak yorumlanır. Bir anne hem sevgiyle hem de yasaklarla çocuğunun etrafına duvarlar örmelidir ki “kötü hayat şartları” çocuğuna erişebilme imkanı bulamasın ve o masum, savunmasız yavru, acıdan, hüzünden uzak yapay bir cennette yaşayabilsin!
Pek çok anne, anneliğin bu gizli, insiyaki yasalarıyla hareket eder ve çocuklarını gerçeklerden alıkoyarak olağanüstü bir koruyuculukla sever, sever ve daima sever…
O kadar ki bu sevgi bir süre sonra çocuğu annesiz nefes alamaz hale getirir. Çocuk her fırsatta anne bedeninin vadettiği konfora dönmek için can atar.
Genelde anneden ayrılık anlamına gelen büyümeye karşı direnir; kendi başına karar vermeyi reddeder ve o sihirli yardımcıdan (anne) uzaklaşmamak için elinden geleni yapar.
Çünkü çocuk “dışarıdaki rekabetçi dünya” için yetersiz olduğunu sezmiştir. Oysa anne yanında o tartışmasız şampiyondur ve daima krallara layık bir şekilde ağırlanmaktadır…
Çocuk sahip olduğu statüyü sürdürmek adına anne sevgisini kesintiye uğratacak her türlü girişimden vazgeçerek, deyim yerindeyse, boyun eğer. Böylelikle kendi taleplerini ve onlar için mücadele etme ihtiyacını bastırır. O, ebeveynlerine “itaat” takdim ederken onlardan “haz” talep eder. İki tarafta bu gizli sözleşmeye sadık kalır. Bunun gereği olarak çocuk her türlü sınamadan uzak, kendi arzı mevudu olan yuvasında, gelişmeden büyümeyi sürdürür.
Hayat çocuğa ebeveynleri kadar müsamahakâr davranmaz oysa. Çocuk büyüdüğünde ilk hayal kırıklığını, tüm evrenin alıştığı şekilde ona hizmet etmediğini gördüğünde yaşar. Ağlayarak elde etmek, sızlanarak sahip olmak yolu tamamen tıkalıdır artık. Çocuk kandırılmanın o sarsıcı etkisiyle tehlikeli bir seçim’in eşiğine sürüklenir. Aslında tercih çoktan yapılmıştır. Çocuk hayat karşısında her normal insan gibi çabalamak yerine, amacına “kolay” yoldan ulaşmayı seçecektir. Bunun da yolu şiddeti (maddi ya da manevi) bir yöntem olarak benimsemek olacaktır.
Suç psikolojisine kaynaklık eden temel nokta budur. Mafya, çete örgüt diye adlandırdığımız oluşumların temelinde zor olan çabalama yöntemlerinden vazgeçerek, hayatı güç kullanmak suretiyle adilane olmayan yöntemlerle elde etme felsefesi yatmaktadır.
Bütün aksi göstergelere rağmen bu suç yapılanmaları temelde birer korku cemaatidirler. O koca koca kerli ferli tipler esasında annelerinin putlaştırıcı sevgileriyle mumyalanmış çekingen ve korku dolu kişiliklerdir. Tüm şiddet eğilimleri yanında görünümlerinden beklenmeyecek ölçüde duygusaldırlar ve daima kaybedilmiş mutlu bir geçmişte (Çocukluk) yaşarlar.
Bu sakat sevginin mağduru kişiler, hayatları boyunca ya koşulsuz “uyum” u ya da “suçu” tercih etmek durumunda kalırlar. Bağımlılık ve hayat karşısındaki kabiliyetsizliklerini, şiddet imajının doğurduğu “güç”le kamufle etmeye çalışırlar.
Evet, suçu ayrı ayrı bireylerde aramak bir yoldur. Ancak daha sağlıklı olan suçun doğduğu kaynağı kurutmak değil midir?
Çocuğu ruhen felç eden bu ölçüsüz ilginin;
kazanılınca kaybedilen modern hedeflerden,
ekonomikleşmiş ilişkilerden
yüzeysel erdemlerden,
yalnızlık korkusundan,
mutluluk yanılsamasından,
inanç yoksunluğundan,
kaynaklandığını bilmek, onarıma nereden başlayacağımızı tespit etmek için elzem değil midir?
O halde Ülke gündeminde yer bulan cinayetlerle ilgili dillendirilen idam meselesine, bir de suçun mutfağından bakmak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü o mutfağa baktığımızda, değerlerimiz yerine, kendi ellerimizle ikame ettiğimiz pek çok “modern kabul” göreceğiz…
Facebook / ali osman aydın
Twitter /AydnAliosman
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.