Abdullah Şanlıdağ

Abdullah Şanlıdağ

Eski Türkiye ile yenisinin farkı

Eski Türkiye ile yenisinin farkı

Eski Türkiye, kökleri Osmanlı’nın son yılları ile cumhuriyetin ilk yıllarına dayanan İttihat ve Terakki (1889-1918, “Birlik ve İlerleme Projesi” adını alsa da tam bir İslam karşıtlığında birleşme ve ideoloji olarak Türkçülüğü benimseme) döneminden başlayıp 2000’li yıllara kadar uzanan bir tarih diliminde, siyasete, demokrasiye müdahale eden darbecilerin kurduğu bir ülkedir. Bu ülkenin mimarı, baş aktörü, yasama, yürütmesi, yargısı ve tüm kamusal gücüyle vesayetçi sistemdi.

Osmanlı Döneminde merkezin askeri yapıya sahip olduğu söylenebilirse de, devletin askeri denetleyip harekete geçirmesinden dolayı başarılı olduğu, bu sebeple de boyunduruğu askere kaptırdığı söylenemez. Yine de Osmanlı Döneminde de askerin belli gücünün olduğu aşikardır. Batı’nın modernleşmesini endüstrileşme oluştururken Osmanlı’da bu rolü askeri ve sivil bürokrasi üstlenmişti. Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar ve askerlerin birlikte görüldükleri fotoğrafı temaşa edince bunları düşündüm. Batıda “aydınlanma” toplumsal ve ekonomik şartların bir sonucu olarak doğarken, bizde, sivil ve askeri elitlerin Batılılaşmayı zorunlu gören, tepeden inşa anlayışları çerçevesinde doğmuştur.

Ülkenin kaderini, siyasal sistemini kendileri belirlediği için, demokrasi yolunda ne kadar ilerleneceğini, özgürlüklere ne kadar müsaade edileceğine de kendileri karar vermiştir. Hatta kendileri varken ne gerek vardı bir başkalarının düşünmesine…

Askeri vesayetin zaman içerisinde kurumsallaşması ve giderek güçlenmesi sebebiyle siviller ve siyasal iktidar üzerindeki denetimi artmıştır. Buna rağmen TSK’nın her dediği olmamış, rayından çıkan iktidarlar her on yılda bir darbelerle frenlenmiştir. Askerler kendilerini daha rahat ve güvende hissetmek için her darbe sonrası demokrasi ve yeni Anayasa vaat etmişlerdir. MGK, Anayasa Mahkemesi ve halen yürürlükte olan Anayasa, ayağı postallı cenahın eseridir.

Milli Mücadele yıllarında, silahlı kuvvetler bakanlık statüsündeydi. 1924’de çıkarılan 429 Numaralı Kanun’la Genelkurmay Bakanlığı kaldırılarak, onun yerine görevinde bağımsız Genelkurmay Başkanlığı kuruldu. Genelkurmay başkanı, Başbakanın teklifi ve Cumhurbaşkanının onayı ile atanabiliyordu ve Cumhurbaşkanı adına orduya emir ve komuta etme yetkisine sahipti. Bu yapı, çok partili hayata geçinceye kadar devam etti. Menderes döneminde bazı gelişmeler olduysa da bu süreç 1960 ihtilalı ile kırıldı. 27 Mayıs darbesinden sonra asker gücünü pekiştirdi. Artık sahnede, sadece sınırları bekleyen bir orduyla birlikte örtülü bir askeri rejim diktası dönemi vardı. Bürokratik elitlere geniş hareket alanı  ve yetkiler, asker eliyle takdim edildi. Bu dönemden sonra seçilmişleri kontrol amacı ile Milli Güvenlik Kurulu kuruldu. Askerin vesayeti, asker kökenli Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından iyice pekiştirildi. Özal’a gelinceye kadar bu gelenek bozulmadı ve bütün Cumhur reislerinin asker kökenli olmasına özenle dikkat edildi.

TSK 211 Sayılı Kanunun 35. Maddesi askeri darbe ve muhtıralara meşruluk temeli oluşturmaktaydı. Ancak bunun büsbütün kaldırılması dahi, tek başına darbeleri engellemek için yeter sebep değildir. Nitekim 27 Mayıs 1960 darbesi gerçekleştiğinde bu madde yoktu. Yine de vesayet sisteminin çökertilmesinde bu maddeye yönelik değişiklik önemlidir. Devlet, ordunun özerk yapısını değiştirmeli ve silahlı kuvvetleri tamamen sivil denetime vermelidir. Ak Parti 2010 yılında gerçekleştirdiği referandumla bir nevi askeri vesayeti dizginledi. Ancak 17 Aralık “yolsuzluk” operasyonuyla devlet içerisinde oluşturulan paralel yapının deşifre olmasıyla canının derdine düşen iktidar, “Milli Orduya da kumpas kurmuşlar” diyerek Ergenekon ve Balyoz davası sanıklarının yeniden yargılanmasına kapı aralanmak istenmektedir. Yeni Türkiye’yi inşa etmeye çalışan bir zihniyet eski Türkiye sevdalıları ile ittifak kurarsa, meşruiyetini kaybeder. Ha paralel yapının vesayeti, ha askeri vesayet, ne fark eder? Kuşatılmışlık duygusuna kapılarak, ihanet ettiği düşünülen Hizmet Camiasına karşılık darbecilerle yeni bir ittifak arayışı, MİT’i yetkilendirme ve bıktırıcı derecede tayin ve sürgünler, hem kısa vadede hem de uzun vadede siyasal erke zarar verir. Haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yok eder.

 Ak Parti’nin 11 yıllık iktidarı boyunca rejimin niteliği açısından gerçekleştirdiği en önemli değişim askeri vesayetin bitirilmesidir. Şimdi darbecilere iade-i itibardan başka bir anlam ifade etmeyen, Ak Parti’nin ise geçmişini inkar anlamına gelen bu geri adım gerçekleşirse, o zaman İP’in (İşçi Partisi), benim oturduğum binanın karşısındaki parti binasına asılan afişin şifresini çözmüş olacağım. İP’in afişinde şunlar yazılı: “Yurtseverler çıkacak, iktidar olacak!”

Darbeci zihniyetin yeniden yargılanmasına kapı aralanırsa ve onlarla dirsek temas hareket edilirse ne olur? Olacak olan şu: Eski Türkiye ordusuyla, yargısıyla, bürokrasisiyle, basınıyla, sermaye gücüyle yeniden saldırıya geçer. Zaten eskimiş yüzlerini göstermeye başladılar. Demokratlar ve liberaller desteğini çektiler. Cemaat de sizi arkadan hançerledi. Küresel güç de ipinizi çekmektedir. Geriye sadece, size destek veren mazlum halk var. Gelinen süreçte şunu söyleyemezsiniz: Askeri vesayeti bitirdik, yeni vesayet cemaat! O halde gitsin cemaat, gelsin darbeciler! Şöyle bir düşünün: Siz paralel yapıyla mücadele ederken acaba asker bu duruma nasıl bakmakta ve sizin hakkınızda ontolojik olarak neler düşünmektedir? Ben bunların iflah olduğuna ve nedamet duyduklarına inanmıyorum. İçlerinde kor ateş var. Ne zaman “rövanş” alacağız diye beklemedeler. Masada bükülü duran bileklerini harekete geçirmek için fırsat kolluyorlar.

Eski Türkiye ile yeni Türkiye’nin farkı, hizmet camiasının bitirilip askeri vesayetin yeniden diriltilmesi olmamalıdır. Bu, makarayı geriye sarmak ve eskinin tekrarı olur. Eski Türkiye’nin merkezinde askerler, kıyısında iktidar, yargı, medya ve sermaye vardı. Yeni Türkiye’nin merkezinde 11 yıldır iktidar otururken, merkeze göz diken eski Türkiye sevdalıları, içten içe merkezi kuşatma çabasındalar. Ben fikrimi söyleyeyim: Ne MİT, Paralel merkezli devlet, ne de TSK merkezli bir devlet istemiyorum. Katılımcı, şeffaf, adaletli ve güçlü, hesap verebilir, özgürlükçü bir devlet istiyoruz. TSK, Paralel yapı ve Muhaberat devletinde demokrasi, hukuk ve özgürlük kavramına yer yok. Reformlar ve demokratikleşmeye yeniden avdet etmesi gereken Ak Parti, tehlikeli virajdan bir an evvel dönmez ise, bir yıl sonra Ak Parti diye bir parti kalmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Şanlıdağ Arşivi