Demokrasi’nin seçim sandığı
Demokrasinin esas iddiası, “yönetimin halkın iradesine teslim edildiği”dir; -güya- halk kendi kendini yönetir.
Ancak demokrasi tecrübemiz, bize halkın, “iktidarın teşekkülü”nde etki ve yetki sahibi olmadığını gösteriyor. Nitekim “Demokrasi mekanizması” içinde halk, ne kendine yeni bir rejim kurabilir, ne de mevcut rejimin yapısında ve dokusunda değişiklik yapabilir. Halka düşen, “tayin edilmiş rejim” içinde, “belirlenmiş bir mekanizma” dahilinde, “gösterilen birden fazla aday” arasından “bazılarını tercih” etmekten ibarettir, o kadar. Demokrasi’nin aslı-esası, bundan ibarettir. Halk, kendini egemen sanırken, gerçek egemenlik arkaplânda mekanizmayı kontrol edenlerin elindedir.
Demokrasi, bunu “seçim müessesesi” ile sağlar. Sandığı koyan irade toplumu kontrol ve denetim altına alırken, iktidarın yapısında ve dokusunda değişiklik, değişim ve yenilik yapma yetkisi olmayan toplum, sandığa zarfı atmakla iplerin elinde olduğu zannıyla avunur.
İşte bu noktada “seçemeyenler”in reyleri üzerinde meşruiyet arayan bir “aldatmaca mekanizması” ile karşı karşıya geliriz. Böyle bir mekanizmada da seçmen kütükleri tutulur, sandıklar kurulur, seçmenler rey verir. Ancak bunlar formaliteden ibarettir; zira seçmenlerin tamamı da istese, “sistemin/iktidarın yapısı ve dokusu”nda herhangi bir değişimi, gelişimi ve yenilemeyi gerçekleştirmeye yönelik bir “seçme”de bulunamazlar, bu yönde tercih geliştirip örgütleyemezler, sistemin işleyişini belirleyemezler, iktidarı bu yönde kullanacak kadroları iş başına getiremezler; gelen kadrolar da aslında neye inanırlarsa inansınlar, “mekanizmaya hizmet etmek”le mükelleftir.
Çünkü “seçmen” adıyla sandık başına gidenler, aslında “seçemeyenler”den ibarettir. Bu kitlenin reylerinin, “seçilmişlerden birini ya da diğerini öne çıkarmak”tan başka işlevi yoktur. “Sistemin doğası”nda, “seçebilenler”in suyun başında durup iktidarı daimi olarak kullanması, ama “halk kitleleri”nin bu “modern diktatörlük”e karşı harekete geçmesinin önlenmesi için bir aldatmaca mekanizması olarak da “seçemeyenlerin rey vermesi” gibi bir nitelik yatar.
Seçemeyenler, aslında seçemedikleri halde, “seçilmişler”e oy vererek onlara meşruiyet kazandırdıkları müddetçe, “sistemin köleleri” olmaya da devam ederler. Çünkü “Demokrasi sandığı”, seçmen kitlesini “temsil sistemi”yle oyalamaktadır. Bunun için de üç “düzenek” kurmuştur:
1- Seçimsiz Temsil: Rejime işlerlik kazandıran, rejimi “yürüten” iktidarın kullanılmasının, sadece o iktidarın üzerinde tatbik edildiği toplum tarafından seçilmiş temsilciler eliyle değil, bunların yanında, ağırlıklı olarak atanmış ya da kendiliğinden veya bazı özel durumlarından ötürü o makamı elde ettiği kabul edilen ve toplumu temsil ettiği varsayılan kişi, kurum ya da mercilere teslim edilmesiyle, “seçimsiz temsil sistemi” oluşur. Bu sistemde rejimin niteliklerini belirleyen de, iktidarın yürütülmesini sağlayan da toplum tarafından “seçilmemiş” kişi, kurum ya da mercilerdir.
2- Temsilsiz Seçim: Topluma, iktidarı kullanacak kişi, kurum ya da mercileri belirleme hakkına sahip olmamak kaydıyla seçme hakkı verilir. Ama seçilenlerle toplum arasındaki bağlar o noktaya kadardır; zira oylamadan sonra seçilenler toplumu değil, başka mihrakları temsil ederler. Artık seçilenler, seçenlere karşı sorumlu değildirler; seçenler, seçtiklerini denetleyemez, hesap soramaz, ödüllendiremez veya görevden uzaklaştıramaz. Böylece “temsilsiz seçim sistemi” oluşmuş olur. Bu sistemde toplumun iktidarı denetlemesi esasının yerini, iktidarın toplumu denetlemesi alır. Çünkü iktidar toplumu temsil etmez; bundan ötürü de toplum tarafından Demokrasi sandığında oylanarak “seçilmiş” olmasının hiçbir önemi yoktur. “Temsilsiz seçim”de toplumun iktidara sahipliği ya da iktidarı denetlemesi, sadece oy pusulasını sandığa atmaktan ibarettir.
3- Seçeneksiz Seçim: Bu sistemde, görünüşte toplum, iktidarı kullanacak kişileri seçer. Ama aslında “seçmek zorunda” olduğu için seçer. “İktidarı kullanacak kişiler”i belirlemede hiçbir etkinliği olmadığı gibi, “iktidarın niteliği”ni tayin etmede, ya da “rejimi tesis etme”de hiçbir seçeneği yoktur. Kendine “ne sunulursa” kabul etmek, “önüne ne getirilirse” oylamak ve onaylamak durumundadır. Farklı siyasal ekoller arasında tercihte bulunamaz. İktidarı kullanacak şahısları bile kendisi belirleyemez. Tek bir seçeneği vardır; sadece gösterileni onaylamak... Bu sistemde halk, “toplum”, “rejim”, “yönetme usûlü”, “siyasi sistem”, “hukuki mekanizma” ve “normlar sistemi” düzeyinde seçenek sahibi değildir. Toplumun, salt oy verme göreviyle yükümlü tutulmaktan başka bir önemi ve yetkisi yoktur.
Tam da bu noktada şu suali sormak icabediyor: Seçimler devleti kimin yöneteceğini mi belirlemeli, yoksa devletin nasıl yönetileceğini mi?...
Cevap: Seçimler devleti kimin yöneteceğinin yanında, bundan daha ziyade, devletin “nasıl ve neye göre” yönetileceğini belirlemelidir. Ancak Demokrasi’nin seçim sandığı buna izin vermez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.