Faruk Köse

Faruk Köse

TBMM’nde Kaset Komisyonu kurulsun

TBMM’nde Kaset Komisyonu kurulsun

İşler iyice çığırından çıktı. Daha da çıkacak gibi gözüküyor. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ayırt etmek için kullanılan tek ölçü, kişilerin “politik” ya da “duygusal” tarafgirliği. “Ya bu doğrudur, ya da şu” anlayışı hakim. “Başka bir bakış açısı”, ya da “diğer bir yol” olabileceği düşünülmüyor.

Bu “çığırından çıkma” meselesine 19 Şubat’ta yazdığım “Seçimden Sonrası Toz-Duman” başlıklı yazıda değinmiştim. O yazıdaki bir cümle şöyleydi:

“İşler o kadar çığırından çıkabilir ki, teröristbaşı Apo salıverilip, yerine Fethullah Hoca ABD’den resmen istenerek getirilip konulabilir.”

Ben bu cümleyi yazarken herhangi bir belge veya bilgiye dayanıyor değildim. Gidişatın o yöne doğru olduğunu dair bir “tahmin”de bulunmuştum. Ancak,  Abdurrahman Dilipak’ın 26 Şubat’taki “Pensilvanya’dan İmralı’ya giden yol!” başlıklı yazısını okuyunca, “tahmin”in “gerçek”e dönüşmek üzere olduğunu gördüm. Dilipak, bu yazısında, Gülen Cemaati’ne karşı bütün dünyada başlatılacak olan bir “sürek avı”na işaret ediyordu. Bunun en önemli ayağını da şöyle ifade ediyordu:

“Gülen’e alternatif bir yerleşim mekanı aranıyordu.... Artık Amerika’dan çıkarılacak olursa, Türkiye’ye teslim edilebilir. O zaman Gülen’e İmralı, ona yardım edenlere de Silivri yolu gözükebilir.”

Ve önceki gün basına yansıyan bir kulis haberi, meselenin ne kadar ciddi olduğuna işaret ediyordu. Hürriyet’in Ankara eski temsilcisi Metehan Demir’in, “güvenilir bir kaynak”tan aldığını söyleyerek kulislerden aktardığı ve twitter’den duyurduğu habere göre Hükümet, Fethullah Gülen için düğmeye basmış. Şimdi, “Fethullah Gülen’i ABD’den istemek için yasal düzenleme yapılıyor”muş. Metehan Demir’in attığı twit şöyle: “Güvenilir bir kaynak: Ankara, Fethullah Gülen’in Türkiye’ye dönmesi konusunda Amerika’dan talepte bulunmak için bir dizi hazırlığa başladı.”

Şimdi, “ses kaydı bombardımanı”na bir de bu çerçevede bakalım.

Siz sevin ya da sevmeyin; ancak bir kitlenin çok sevdiği, hatta içlerinden bazılarının, “bir gülümsemesine bütün servetimi veririm” diyecek kadar sevdiği “Hoca”sına, “Teröristbaşı Apo”ya yapılan muamelenin aynısının yapılacağına dair bir hazırlık varsa ve bu bir “savaş”sa eğer, savaşı kazanmak, daha da önemlisi “Teröristbaşı muamelesi” görmemek için, diğer taraf elinden geleni ardına koymayacaktır.

Bu yüzden, evvelâ konunun bu boyuttan çıkarılıp başladığı noktaya, “iktidar mücadelesi”ne dönüştürülmesi lazımdır. Yoksa, 19 Şubat’ta da yazdığım gibi, hakikaten seçimden sonrası toz-duman... Tozun-dumanın nereden nereye doğru eseceğini ve kimi paketleyeceğini Ak Parti’nin alacağı oylar belirleyecek.

Başlığa gelirsek...

Başbakan ile oğlu arasında geçtiği iddia edilen ses kayıtlarını biliyorsunuz. Doğruydu, yanlıştı, montajdı, değildi; herkes birbirine girdi.

Ancak görünen o ki, bu meselede söz söyleyenler “tek bir bakış açısı”na sahip. Ya “evet, kayıtlar doğrudur, Başbakan ve oğlu yolsuzluk yapmıştır” deniyor; ya da “hayır, montajdır, uydurmadır, yolsuzluk-molsuzluk yoktur” deniyor. Her iki söylem de “belge ve bilgiye dayanmadan” yapılan “körükörüne tarafgirlik”le biçimlenmiş bir bakış açısının ürünü.

Oysa meseleye “başka bir bakış açısı”yla bakmak daha yerinde olacak. Ortada birbirini bitirmeye çalışan iki taraf var ve teknoloji de, işte o ses kayıtlarını üretmeye müsait. Yani mümkündür ki, iki taraf da savaşı kazanmak için böyle silahlar üretebilir. Ayrıca, bir de seçime az kaldı, “olası iftiralar”ı aklayacak ve “seçmen algısı”nı düzeltecek zaman yok.

Şimdi deniyor ki, “madem kendinden emin, o halde Başbakan neden kayıtların yargıya intikaline razı değil?” İşte tam da o yüzden... Seçim öncesi “algıları düzeltecek vakit” mi var da Başbakan, vakaya tepkisiz kalsın? Bir de, eğer “üretilmiş bir kayıt” varsa, kendinizi Başbakan’ın yerine koyun, hakkınızdaki iftiralara ne kadar tahammül edebilir, ne kadar hoşgörüyle karşılayabilirsiniz?

Peki ne olacak o zaman? Benim önerim şu:

“Kavga ortamı”nda ve seçim arefesinde, seçmen algısını yanlış yönlendirebileceği ve bunu düzeltecek vakit de olmadığı için, bu tür belge ve bilgilerin yayımlanması yasaklansın. Ancak TBMM’de bir “Kaset Komisyonu” kurulsun. Elinde kayıt bulunanlar onları Komisyona iletsin. Komisyon, gerekli bütün “teknik araştırma ve incelemeler”i yaptıktan sonra, “üretilmemiş doğru kayıtlar”ı tesbit edip, onları yargıya intikal ettirsin ve ancak ondan sonra basında yayınlansın.

Bu arada, içeriği şöyle dursun, öncelikle konuşulması ve halledilmesi gereken asıl konu, nasıl olup da Başbakan’ın telefon görüşmelerinin dinlenebiliyor, kayıt altına alınabiliyor olması. Asıl vahamet bu. Zira, oğluyla yaptığı konuşmalar kaydedilmişse, Başbakan’ın “devlet sırrı”na dair konuşmaları da kaydedilmiştir.

Şimdi öncelik, “baba-oğul konuşmasının içeriği”nden ziyade, “Başbakan’ın telefon konuşmalarının kaydediliyor olması” değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Köse Arşivi