Bu nasıl hukuk?
İnsanların “toplum bütünlüğü” içinde yaşayabilmesinin, toplumun “devlet” biçiminde örgütlenerek “Devletli Hayat”ı sürdürmesinin gerek şartlarının başında yer alır “Hukuk.” “Devlet”in “tür”ünü, “vasıf”ını, “nitelik”ini ve “şekil”ini tanımanın yolu, “Devlet-Hukuk münasebetleri”ni anlamaktan geçer.
Şu sualler çok önemli: Devlet ile Hukuk, birbirleri karşısında nerede dururlar, birbirlerine göre konumları nedir? Devlet Hukuka mı, Hukuk devlete mi âmirdir? Devlet Hukuka âmirse ne olur, Hukuk Devlete âmirse ne olur? Devlet mi Hukuku yapar, Hukuk mu Devleti kurar? Devletin Hukuku yapması ile Hukukun Devleti kurmasının ayrı ayrı önemi ve sonuçları nelerdir?
Eğer Devlet Hukuka âmirse, Hukuk, “Devletin eşkiyalıkları”nı meşrulaştıran bir ölçü, “Devlet terörü”nde kullanılan bir silah, “Devletin topluma ve toplumsal güç unsurlarına sahip olması”nı ve bunları dilediği gibi kullanmasını sağlayan bir araç konumuna gelmiştir. Hal böyleyse, “Hukuk, yasalarla mahkûm edilmiş”tir ve Hukuku Devlet yapıyordur. Bu durumda Devlet, “temel hukuk ilkeleri”ne bağlı kalmaz, “Hukuk”un gereğine uygun davranmaz. Her şey “Hukuk adına” yapılsa da, Hukuk, “Devletin gayrimeşru işleyişi”ne zemin hazırlayıp yol veren “yasalar”dan ibaret olduğundan, bir süre sonra “Devlete ve Hukuka inanç ve güven” yitirilir. Devlet kontrolsüz kalır; “toplum, Devletin malıdır.”
Eğer Hukuk Devlete âmirse, Devlet, “Hukukun gerekleri”ni yerine getirmekle vazifeli bir “tüzel kişilik”tir. Devletin her faaliyeti Hukuk çerçevesinde olacağından, “Devletli Hayat”ın her şeyi “Hukuk güvencesi” altındadır. Yasalar, olması gerektiği gibi, Hukukun aynen tatbikidir. Bu, “Devletin Hukuk tarafından kurulması” demektir; Devlet tüzel kişiliği, gerek kuruluş aşamasında, gerekse kuruluştan sonra “Hukuka bağlı” ve “Hukukun gözetim ve denetiminde”dir. Devlet başına buyruk, sorumsuz, denetimsiz ve “iktidara gelenlerin topluma hükmetme aracı” olmaz. Böylece Devlet, “toplumun devleti” olur.
Bu ilişki, “Devlet” ile “Hukuk”un birbirleri karşısında nerede durduklarını, birbirlerine göre konumlarının ne olduğunu göstermesi bakımından çok önemli. Bir “Devletli Hayat”ta eğer “Mülk”ün/”İktidar”ın temeli “adalet” üzerine kuruluysa, Devletin Hukuk karşısındaki konumu; “muhtaç, edilgen, ast, beslenen, bağlı” vb. kelimelerle ifade olunur. Yok, eğer “Mülk”/”İktidar” adalet üzerine kurulu değilse, Devletin Hukuk karşısındaki konumunu ifade eden kelimeler değişir: “Etkin, üst, bağımsız, muhtaç değil, lâyüs’el, lâ yuhti, hesap vermez” vb.
Devletin Hukuka âmir olduğu durumlarda, “Hukuk’un Devlete, Devlet’in de Hukuka karşı savaşımı”na şahit olunur. Devlet, savaşı kazanmak için pek çok hileye, entrikaya başvurur; “iktidara meşruiyet kazandırma”sı için “hukuk adına üretilen yasalar”ı silah olarak kullanır, hatta amaçlarına hizmette kullanamadığı durumlarda kendi yaptığı yasaları hiçe sayarak kendi yasalarını çiğner. Böyle bir Devlette, zaten “yasaların niteliği hukuka uygun değildir”; ancak bir de buna, “iktidarın gücünün yasaları amacına uygun olarak tatbik etmemesi” ve yasaları lafzına uygun yorumlamaması eklenince, tipik bir “Devlet terörü” ile yüz yüze gelinir.
Esasında yasaların dayandığı ilkeler ve esaslar, tamamen “Hukuk” tanımı çerçevesinde, Hukukun tatbik edileceği ve Devletin yöneteceği “Toplumun kimlik ve kişilik değerleri”nce belirlenmelidir. Bu bakımdan “Hukuk’u yürütmek için kurulan toplumsal üst örgütlenme” olarak Devlet, “topluma sahip olan” değil, “toplumun sahip olduğu” Devlet biçiminde örgütlenmeli ve “hukukun nitelikleri” asgari şu vasıfları taşımalıdır:
İnsanların bireysel ve toplumsal bütünlüğün “ortak ihtiyaçlar”ını giderici, “ortak iyilik”ini sağlayıcı ve birey ile toplumun bağımsız varlıklarını dengeleyip muhafaza edici olmalıdır. İnsanın temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almalı, toplumsal dengeyi temel hak ve özgürlüklerin özünü ve esasını iptal etmeyecek nitelikte kurabilmelidir. Belli bir zümrenin, kişi veya kişilerin değer yargılarından bağımsız olmalıdır. İnsan kafasının mahsulü bir ideolojiyi temsil etmemelidir. Herkesin ortak sorumluluk ve yükümlülüğe sahip olduğu bir nitelik taşımalıdır. Her zamanda, her durumda, her şartta, her kişide ve her toplumda tatbik edilebilmeli; gerekli kat’ilik ve esnekliğe sahip olmalıdır. İnsanın ve insanlığın fıtratına cevap verebilmelidir.
Şimdi buraya kadar ifade ettiklerim çerçevesinde son yaşanan birkaç gelişmeyi hatırlatmak istiyorum.
Daha düne kadar Fethullah Hoca mensupları “devletin işleyişi”ni sağlayan “bürokratlar” ve “yargı mensupları”ydı; ama bugün “Paralel Devlet” ve “örgüt” olmakla suçlanıp operasyon hazırlıkları yapılıyor. Daha düne kadar “Ergenekon”, “Balyoz” vs. tutukluları/hükümlüleri “darbeci vatan hainleri”ydi; ama ceza alanlar bile bugün salıveriliyor. Daha düne kadar PKK-KCK “terör örgütü”ydü; ama bugün “teröristbaşı Apo” İmralı’dan örgüt yönetiyor ve PKK-KCK’nın “ayrışmacı” faaliyetleri “sanki sivil toplum faaliyeti”ymiş gibi algılanıyor. Vs. vs.... İslami inançlarından dolayı ceza alanlar için ise hiçbir şey değişmiyor.
Şimdi söyleyin; bizde uygulanan, nasıl bir hukuk? Ve şunu da bir düşünün: Bizde Hukuk devlete mi âmir, iktidar hukuka mı?...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.