Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Erdoğan 7 Düvelle Savaşıyor

Erdoğan 7 Düvelle Savaşıyor

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın önünde bir kere daha şapka çıkarıyorum? Türkiye’yi hızla dünya birinci ligine çıkarma savaşı verirken bir yandan o ligin sahiplerinin çelmelerini boşa çıkarmaya çalışıyor, diğer taraftan da yine onların organize ettikleri yerli işbirlikçilerinin tuzaklarını bozmaya gayret gösteriyor, bozuyorda...

Erdoğan bütün bunları yaparken ardında yüzde ellilik bir halk desteği ve onların duaları var şüphesiz. Ama bir de güya yandaş denilen medyanın da bilerek, bilmeyerek kurduğu tuzakları da bozmak zorunda. Gezi olayları sırasında kendi medyasından çıkan çatlak sesleri unutmadık. En son Kanal 24’te katıldığı bir programda medyadaki en önemli adamı Mustafa Karaalioğlu’na vurduğu fiske O’nun bu rahatsızlığının dışa vurumu olsa gerek. Erdoğan, sosyal yapıdaki hastalığı teşhis ediyor ve acı da olsa ilacı içirmek istiyor hastaya. Oysa siyasetteki ve medyadaki yol arkadaşları “Biraz ılımlı gitsek” diyerek muarızlarımıza yeni hamleler yapmak için zaman kazandırıyorlar. Başbakan ise kangren olan yeri, bünyenin diğer kısımlarına sirayet etmeden kesmek taraflısıdır ve anında bu operasyonu yapmaya başlıyor. Bence doğru yapıyor. ABD, İsrail ve AB ülkeleri Erdoğan’ı gözden çıkarmışlar ve siyaseten yıkmak için var güçleri ile yükleniyorlar, ama Kasımpaşalı direniyor. Başını sömürü düzenleri bozulan bu ülkelerin çektiği filmi son 55 yılda defalarca seyrettiğimiz için artık bize orijinal gelmiyor. 27 Mayıs 1960’ta “Hayır” diyebilen bir Türkiye için ABD’ye rest çeken Başbakan Adnan Menderes, idam sehpasında şehit edilmiş, bu iş de ABD’nin yerli işbirlikçileri yapmıştı. Gerekçeleri de vatanı kurtarmaktı. Ardından 12 Mart 1971 darbesi gelir. Bir ara rejimle işbaşına gelen Başbakan Nihat Erim’in ilk icraatı, Süleyman Demirel’in “siyaseten biteriz” diyerek reddettiği haşhaş ekimini yasaklamak olur. 12 Eylül 1980’de de iktidarların kabul etmediği bir anlaşma, darbeden sonra ilk icraat olarak hayata geçirilir, Yunanistan NATO’ya koşulsuz olarak dönüşü onaylanır. Ülkemizde 600.000 kişi cezaevlerine doldurulacak, binlerce gencimiz işkence tezgahlarında sakat bırakılarak toplum hafızamıza Menderes ve arkadaşlarının idamından sonra ikinci ve en büyük çizik atılacaktır. Sonra 28 Şubat dönemi gelir. Bu defa “Bizim çocuklar” yine askerlerden çıkacak Çevik Bir sahibinin sesi olarak ABD’den “Demokrasiye balans ayarı yaptık!” diyecektir.

Bütün hesaplar ABD’nin hortumunu kesen Necmettin Erbakan’ın iktidardan indirilmesi üzerinedir. Sonunda ellerindeki askeri ve medyatik tehditle kamuoyu oluşturacaklar ve “sade yağından kıl çeker gibi” Erbakan indirilecektir. Böylece bir uçak yolculuğunda Erbakan’ın yanına gelerek “Hoca, bu D-8 ülkelerinin pazarlarını 100 yılda kurduk, bu sevdadan vazgeç, sana yedirmeyiz!” dediği tehdit sonuca ulaşacaktır. Sonra O’nun bir talebesi Recep Tayyip Erdoğan iktidara gelir. ABD O’nun talebesinin geçmişten ders alarak uslu çocuk olacağını sanmaktadır. Oysa kısa bir süre içinde ekonomiyi toparlayan bu öğrenci ABD açısından hocasını aratır hale gelecektir. Onun zamanında darbeler döneminde kapanmış olması bu defa yeni tuzaklar kurulmasını gündeme getirir. Kasımpaşalının ardında % 50’lik halk desteği vardır ve O’nun trendi hiç düşmemektedir. O zaman 21. yüzyılın yeni darbe teknikleri denenmelidir. İşte Taksim Gezi olayları. 3-5 ağacı korur gibi gösterip, Dolmabahçe’de Başbakanın çalışma ofisini basmaya kadar giden yerli taşeronlar Kasımpaşalı duvarına çarparak püskürtülürler. Bu defa ABD yeni bir partner daha bulmuştur, Fethullah Hoca bir ihanet şebekesine dönüştürdüğü hareketinin adı artık “ABD’YE HİZMET HAREKETİ” olarak anılmayı çoktan haketmiştir. Fethullah Gülen, ABD’den icazetli Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli ve Selahattin Demirtaş’ın oluşturdukları blok, bir kısım medya ve işadamlarının da desteği ile her türlü yöntemi mübah sayarak Erdoğan ve AK-PARTİ iktidarına yükleniyor, son umutları 30 Mart seçimleri. O gün Erdoğan’ı alaşağı edebilmek için son 15 günde kandan bile medet ummayı deniyorlar. ABD’nin bu işi çok iyi bildiği hepimizin malumu. 28 Şubat döneminde dillendirdikleri “Ya iktidarı bırak, ya da daha ağır şeylerde gelecek!” tehdidine yazık ki bugün geçerli akçe olmaktan çıktı. Artık bünye 15 sene öncekinden daha sağlamdır. Bu yapılanlar bünyemizde aşı tesiri yapmaktadır. Yani bizi daha da güçlendirmektedir. 31 Mart sabahı yeni bir Türkiye’ye uyanacağız. İnşaallah orada tuzak kurucu Fethullah Gülen ve avanesi olmayacak.

Gülen, kıştan çıkarken son kardan adam gibi eriyip yok olacak, CHP ise yeniden kurultay toplayıp “Neden kaybettik?” sorusuna cevap arayacak. Kasımpaşalı ise ABD, İsrail ve AB’ın yapılmaması için can siperane çalıştığı, 3. havalimanı, 3. köprü, nükleer santral ve Kanal İstanbul’u yapmak için yine yollara düşecek.

Ne demiş üstad Necip Fazıl;

Tohum saç, bitmezse toprak utansın! 
Hedefe varmayan mızrak utansın! 
Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen! 
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın! 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi