Ahmet Varol

Ahmet Varol

Doğu ile Batı’nın arası açılıyor

Doğu ile Batı’nın arası açılıyor

Hatırlanacağı üzere, Sovyetler’in dağılmasından önce dünyaya yön veren stratejilerde ve politikalarda iki kutupluluk teorisi esas alınıyordu. Sovyetler’in dağılmasından sonra ABD hemen meydanı kapmak ve tek merkezli hâkimiyet teorisini tüm dünya toplumlarına ve strateji geliştirme merkezlerine kabul ettirmek için yoğun faaliyet başlattı. ABD tahakkümünü kabul etmeyenlerin de tepelerine oturacağını göstermek amacıyla muhtelif saldırılar ve askerî operasyonlar gerçekleştirdi. Ama çok geçmeden şartlar değişti ve hâkimiyet kavgası değişik alanlarda kendini gösterdi. Gelişmeler ABD’nin ve onun tarafından himaye edilen yönetimlerin gittikçe güç kaybettiklerini gösteriyor.
öncelikle şunu ifade edelim ki, güç kavgasında birbirleriyle karşı karşıya gelen taraflardan hiçbiri adalet ve hukuku gözetmiyorsa, bizim açımızdan önemli olan bunlardan birinin diğerine üstün gelmesi, hâkimiyeti ele geçirmesi değil, adalet ve hukukun hâkim olmasıdır. Fakat vakıayı okumak ve hadiseleri tahlil etmek de bir ihtiyaçtır. Ayrıca tek merkezli hâkimiyeti zulüm ve şiddetinin dozunu artırmada değerlendiren gücün önünün diğeriyle kesilmesiyle ehveni şer olarak kabul edebileceğimiz bir denge oluşabilir.
İnsanlığın gerçek huzura kavuşması ise ancak İslâm’ın yüce adaletinin hâkim kılınmasıyla, bu adaletin gölgesinde bütün herkesin hukukunun gereği gibi korunmasıyla mümkün olacaktır.
Son dönemde, hâkimiyet ve güç kavgasının gittikçe etkili olduğu gözleniyor. Gürcistan’da yaşanan olayların arkasından kutuplaşmayı ve güç kavgasını açığa çıkaran çok önemli gelişmeler gerçekleşti. Biz de bugünkü ve müteakip yazımızda bu gelişmelerin genel bir değerlendirmesini yapmak istiyoruz.
Saakaşvili’nin Güney Osetya operasyonu sonrasında yaşanan olaylar, ABD’nin ve Siyonist işgal devletinin adamlarına sahip çıkmada acziyet gösterdiğini gözler önüne serdi. Bunun üzerine ilginç komplo teorilerinin gündeme getirildiğini gördük. Bu teorilerde olay Saddam’ın Kuveyt işgaline benzetildi. Rusya’nın bölgeye askerî operasyon düzenlemesini ABD’nin istediği ve bilerek göz yumduğu iddia edildi. Böyle yapmasının amacının da Gürcistan’ı NATO üyeliğine ve ABD ile askerî işbirliğini artırmaya zorlamak olduğu söylendi. Gerçekte bu iddialar oldukça uçuk komplo teorileri ve ABD’nin içine düştüğü acziyetin üstünü örtme amacına yönelik etkileme çabalarıdır. Bu teorileri üreten merkezlerin belli stratejik amaçları var. Ama bazı yorumcular da ABD hakkında zihinlerine yerleşen varsayımları atamadıklarından, bu teorileri “önemli gerçeklerin keşfi” gibi algılayarak hemen piyasaya sürüyorlar.
Her şeyden önce Gürcistan’ın operasyonunun Kuveyt işgaline benzetilmesi hatalıdır. çünkü bu işgalden sonra ABD bilfiil devreye girip Körfez’e yerleşme planını hayata geçirmek için saldırı başlatmıştı. Kafkaslar’da ise onun rakibi Rusya olaya müdahale ederek etki alanını genişletti. İkinci olarak Gürcistan yönetimi AB üyeliğine talip olmuştu. NATO üyeliğinin önünde de herhangi bir engel yoktu. ABD ve İsrail ile askerî işbirliğini de sürekli artırıyordu. Bunların hiçbiri için Rusya’yla cephede karşı karşıya gelmesine ve Rus askerî güçlerinin bu ülkenin topraklarına girmesine ihtiyaç yoktu.
İşin gerçeğinde Rusya, Balkanlar’da parsayı ABD’ye kaptırdı. özellikle Kosova’nın bağımsızlık ilanında ABD ve AB ittifakının Kosova’daki siyasi mekanizma üzerinde etkili olması, Rusya’nın bölgeyle ilgili hesaplarının devre dışı bırakılmasına ve politikalarının etkisiz kalmasına sebep olmuştur. Bu başarıyı gerçekleştiren ABD, işgalci Siyonist devletle ve AB ile işbirliği yaparak, Rusya’ya bir salvo da Kafkaslar’da atmayı planlamış ve muhtemelen çeçenistan’da zorda olan Moskova’nın Gürcistan’a karşı yeni bir cephe açma cesareti gösteremeyeceğini düşünmüştü. Ama Balkanlar’da ve Doğu Avrupa’da Batı kulübüne yenilen Rusya, Gürcistan kanalıyla Kafkaslar’da da darbe yememek için erken müdahalede bulunmayı ve bütün gücüyle yüklenmeyi tercih etti. Saakaşvili’nin Güney Osetya’da saldırının başlangıcında yüzlerce kişiyi katletmesi, binlerce kişiyi de yerinden uzaklaştırması Moskova için psikolojik zemini hazırladı.
Not: Biz dünkü yazımızda Pakistan’daki darbe liderinin adını Perviz olarak yazmıştık, ancak son tashihte ülkemizdeki yaygın kullanıma binaen Pervez olarak değiştirilmiş. Bu, Yasir Arafat’ın adının Yaser, Muammer el-Kazzafi’nin nispet adının Kaddafi, Fehd ibnu Abdülaziz’in adının Fahd, Hüsni Mübarek’in adının Hüsnü olarak yazılması gibi galatı meşhurdur. Pakistan’daki cuntacı liderin adının doğru yazılışı da Perviz’dir. Perviz, Farsçada muzaffer anlamına gelir. Pervez’in ne anlama geldiğini bilmiyorum.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Varol Arşivi