Halkımızın aslî değerlerini 'redd-i miras' eyleyen bir sistemde..
Tayyîb Bey’in, Cumartesi günü, Topkapı Sarayı’nın ‘Mukaddes Emanetler Dairesi’nin tanziminden sonra, yeniden açılışında yaptığı konuşma, gerçekte, müslüman halkımızla, mevcud rejimin temel dayanakları arasındaki uçurum ve zıdlıkları daha bir ortaya çıkardı.. Hem de, laikleri küplere bindirtecek cinsten..
Bu vesileyle, ‘Emânât-i Muqaddese’ üzerinde bir diğer noktaya değineyim..
Resul-i Ekrem (S) ve İslâm’ın ilk dönemine aid birçok âsâr ve eşyânın, Yavuz Selim’den itibaren Halife sıfatını da üstlenen Osmanlı Sultanları’nın ikametgâhları da olan Topkapı Sarayı’nda korumaya alınması anlaşılabilir. ‘Bu zenginliklerin ‘türk’lerin değil, arabların elinde olması ve böylece üzerindeki gasbın kaldırılması gerektiği’ gibi arab kavmiyetçiliği yaklaşımları sağlıklı bir İslâmî hassasiyeti yansıtmıyor.
Bu emanetlerin bugün laik T C. rejiminin korumasında olması, tarihin bir cilvesidir.. Ve bugün onlar, ‘türklük’ adına değil, halkın büyük ekseriyetinin ‘müslüman’ olması hasebiyle ve onların inançlarını tahrik etmemek ve onlara saygı gösteriyormuş gibi gözetmekten beklenen fayda ve tarih zenginliği olarak da korunuyor.
Geçen gün, ‘Mukaddes Emanetler Dairesi’yle ilgili bir tv. proğramında Hz. Peygamber’(S)’e aid olduğu belirtilen ‘kılıçların havada durduğu’ gösterilmişti.
Hemen Somenath’ı hatırladım.
Gazneli Mahmûd Hind’i fethettiğinde, müslümanlar, Somenath’da, ‘asla devrilemez ve hiçbir güç onu deviremez’ denilen ve tapınılan bir dev put ile karşılaşmışlar ve ilk anda bu işe şaşmışlardı.. Sahiden de sallanıyor, ama, bir türlü devrilmiyor, kendiliğinden, evvelki aslî şekline dönüyordu. Ancaak, ‘Bunun bir sırrı olmalı..’ diye çevreyi kazan müslümanlar, orada güçlü bir mıknatıslı kütle bulmuşlardı.. Onun ‘devrilememesi’nin sebebi o idi.. O kütle oradan çıkarılınca, şaşkınlık sırası, hindulara gelmiş ve o put, şaşkın bakışları arasında, bir dokunuşta devrilivermiş; bu yeni ‘fâtih’lerin gücüne karşı konulamayacağını düşünüp, rûhen de teslim olmuşlardı..
‘Mukaddes Emanetler Dairesi’nde havada duran kılıçların da, arka plana usturuplu bir şekilde yerleştirilmiş bir mıknatıslı kütle sâyesinde havada durduğu, oradaki yetkili tarafından anlatılmıştı. Ama, bu yetmez; yanlış anlaşılmaması için, oraya gerekli yazılı izah da konulmalıdır. Yoksa, bu gibi orijinallikler, bazı kurnaz saptırıcılarca başka yerlere çekilebilir.
Bu hatırla(t)malardan sonra, Başbakan Erdoğan’ın konuşmasına bakabiliriz..
Erdoğan, ‘bütün semavî din ve inançların, özünde doğruluğu, adaleti, merhameti öngördüğünü; inançlarına güvenenlerin, inanç hürriyetinden; düşüncelerine güvenenlerin düşünce hürriyetinden korkmayacaklarını’ belirtiyordu, konuşmasında..
‘ülkeleri maddî bir temelde kalkındırmanın çeşitli yolları bulunduğunu, bunun için imkanları iyi değerlendirmenin, hesabı iyi yapıp, dürüst çalışmanın ve atılacak adımları doğru planlamanın çoğu zaman yeterli olduğunu ve bu yolla zengin bir ülkenin ortaya çıkarılabileceğini’ dile getiren Erdoğan, ‘ancak, asıl zenginlik, manevî zenginliktir’ diyor ve ‘maddî açıdan zengin ülkelerin hiçbiri aslında, bizim kadar zengin değildir. Hiçbirinin servetleri şu mekânın çatısı altında bulunan hazine kadar paha biçilmez değildir. Bu mekanda insanın ezelî hakikat arayışının nişaneleri var, insanlık tarihi var, medeniyetler tarihi var, insanı insan kılan mukaddes dâvanın sembolleri var..’ gibi tesbitler yapıyor ve daha da net beyanlarla, ‘Biz bugün aydınlık ufuklara doğru ilerlerken, gönül dünyamızdaki bu zenginliklerden büyük güç ve ilham alıyoruz. Tarihe, kültüre ve san’ata yapılan yatırım, aslında geleceğe yapılan yatırımdır. Bizim iktidarımızın en önemli görevi ve hedefi budur..’ diyordu.. Erdoğan’ın hele de şu sözlerine katılmamak mümkün mü?: ‘Ekonomimiz güç kaybeder, çalışır yeniden güç kazanırız. Paranız değer kaybeder, onu da yeniden kazanırsınız. Ama, tarihî mirasınızı kaybederseniz, -Allah korusun- ülkenizin, ana yurdunuzun tapusunu kaybetmiş olursunuz. Esas felaket o olur. Bir milletin geçmişi, ayağını bastığı zemin gibidir. O zemini kaybederseniz ayakta kalamazsınız.. (…)Peygamber Efendimiz’in ve diğer pekçok peygamberin kutsal emanetleri, sadece bugün değil gelecek nesiller boyunca da aydınlığını inanan gönüllere ulaştıracaktır. (…)Zira Hırka-i Saadet buradadır. Sancak-ı Şerif buradadır. Yüzyıllardır yolumuza ışık tutan, yüreklerimizi ferahlatan Hazret-i Peygamber’in kokusu ve bereketi buradadır. (…) Hazret-i İbrahîm’in eşyası, Hazret-i Mûsâ’nın asâsı, Hazret-i Dâvûd’un adalet kılıcı buradadır. Evet, bu tarihi bir ölü tarih olarak görmek ve göstermek büyük bir yanlıştır. Dolayısıyla burası sadece bir müze değil, dipdiri yaşayan bir medeniyetin evidir. (...) Milletçe özenle koruduğumuz bu sembolik miras, değişmez hakikate bağlılığımızın sembolleridir.’ Evet, bu güzel tesbitler de Tayyîb Erdoğan’dan beklenir.. Ama, ‘Laik bir rejimin Başbakanı nasıl böyle konuşabilir?’ diye küplere binecek olan mâlûm zorba çevrelerin itirazlarının yükselebileceğini de göze almak gerekmektedir..
çünkü, onlar bizi 80 yıldır, bir ‘korku cumhuriyeti’nin kulları haline getirmeye çalışan zorba kadrolardır ve aslî değerlerimize düşman hâle getirmeyi ve onlara müstekreh, iğrenç şeylermiş gibi baktırmayı hedef edinmişlerdi.. Bugün Tayyîb Erdoğan, sıradan bir siyasî liderliği değil, bir ‘mütegallibe zümresi’ne karşı direnen kitlelerin temsilciliğini de yapıyor. Onların ‘taife-i laicus’un sözcülüğünü de, bugünlerde Fâzıl Say isimli piyanist yapmakta..
Tayyîb Bey ve ekibinin duygu ve düşünce dünyasına geniş çapta bağlı kimselerin siyasî iktidar makamlarına gelmesinin yolunu açan halk kitleleri, bize 80 küsur yıldır tahakküm eden ‘laik rejim’ ile ‘müslüman halkın iradesi’ arasındaki zıddiyetin temelini daha bir dikkatle tahlil etmek zorundadır.. çünkü, bu rejim, bir ‘redd-i mîrâs’ üzerine kurulmuştur. Biz ise, nice ihtişam ve hüsranları yaşayarak geçtiğimiz bir zaman tünelinin gerisinden, o değerlerimizi yine sahibleniyor, ‘redd-i mîras’ etmiyoruz.
Bu açıdan, Erdoğan’ın ‘Biz bu topraklarda bütün bu güzellikleri, bu ruh inceliklerini hep birlikte meydana getirdik. Biz redd-i miras etmeyen bir medeniyetin çocuklarıyız!’ şeklindeki sözü üzerinde daha bir dikkatle durulmalıdır.. Evet, müslüman halkların ve hattâ müslüman olmayan unsurların bile bu topraklarda, asırlarca birlikte yükselttikleri bir medeniyetin mîrasçılarıyız, biz.. Ama, o mîrası reddetmek üzerinde kurulu 80 yıllık bir tahakküm sisteminin pençeleri hâlâ da sökülemedi..
Bu gerçeği unutmadan, aslî hedefimize, yarınlara daha bir umutla ve kararlılıkla yürümeliyiz..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.