Dinde sünnetin yeri ve önemi
İmam Gazali’nin güzel tespiti ile konumuza girelim. Büyük imam, ehli sünnet hakkında şunları söyler: “Müslümanlık unvanında dediğimiz gibi, marifetin hakikatinde bir numune (ALLAH’ı tanımanın özünde bir örnek ve bir delil) ve nişan vardır, bunu ehli olan anlar Dünya ile alakası olmayanlar, onunla uğraşmayanlar ve ömründe ALLAH’ı aramak ve istemekten başka bir şeyle uğraşmayanlar hariç, bunun hakikatini kimse arayamaz. Bu da zor ve uzun bir iştir. O halde herkesin gıdası olana işaret edelim. Bu da Ehl-i Sünnet itikadıdır. Bu itikadı kalbinde bulunduranlar için bu itikat, saadet ve kurtuluş tohumu olacaktır” (Kimya-yı Saadet)
Sünnet, Efendimizin Kur’an’dan çıkardığı ve hayatında uyguladığı yaşantısıdır. Yani Rasulullah Kur’an’ın yaşayan tefsircisi ve en büyük örnek alınması gereken modelidir. O’nu dışlayarak İslam’ı anlayabileceğini sananlar, ya kendilerini Peygamber yerinde görenlerdir; ya da daha başka bir şey. Rasül ve nebiler Allah’ın seçtiği ve kullarına kılavuzluk yapsınlar diye gönderdiği elçilerdir. Dolayısı ile elçiler, ne postacı, ne de Kur’an üstü varlıklardır.
Allah’ın dini olan İslam Yüce Rabbimizin, “Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip-beğendim” (Maide Suresi, 3) ayetiyle de bildirdiği üzere “son hak din”dir Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ise, Allah’ın “Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır” (Ahzap Suresi, 21) ayeti ile ahlakını tüm insanlara örnek gösterdiği mübarek bir insandır.
Sünnet deyince ne anlamamız gerekiyor?
“Sünnet; Resulullah Efendimiz’in (sav) sahih hadislerinin toplanması ve daha sonraki dönemlerde büyük İslam alimlerinin bu hadisleri yorumlaması ile oluşan Ehl-i Sünnet itikadıdır Sünnet-i Seniyye’ye bakıldığında Resulullah (sav)’in ashabına her konu ile ilgili çok sayıda bilgi aktarımında bulunmuş ve müminlere uymaları gereken yolu göstermiş olduğunu görürüz. Allah Kur’an’da Peygamberlerine itaat etmenin ve onların yoluna uymanın önemini pek çok ayetle bildirmiştir.” (İlmi Araştırma Dergisi,17.sayı, 2005)
Yine aynı derginin ilerleyen sayfalarında şu görüşe yer verilmiş: Peygamber Efendimiz (sav)’in aldığı kararlar, yaptığı uygulamalar ve verdiği hükümler müminler için çok önemlidir Bir insanın Peygamberimiz (sav)’e olan teslimiyeti ve verdiği hükümleri eksiksiz yerine getirmesi, o kişinin imani bir şuurla hareket ettiğinin göstergesidir Eğer bir insan gönülden Resulullah (sav)’a uyuyor ve onun verdiği hükümlerde kalbinde hiçbir şüphe duymuyor ise, bu kişi aslında Allah’ın hükmüne uyduğunun bilincindedir Rabbimiz ayetlerinde, “O hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz Onun söyledikleri yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir” (Necm Suresi, 3-4) şeklinde buyurarak Peygamberimiz (sav)’in ancak vahiyle konuştuğunu ve O’nun sözlerinin kendi koruması altında olduğunu haber vermektedir. Nitekim Peygamberimiz (sav) de kendisinin yoluna uyulmasının ne kadar önemli olduğunu, özellikle kendisinden sonra gelecek olan nesillerin bu konuya hassasiyet göstermeleri gerektiğini hadis-i şeriflerinde şöyle belirtmiştir: “Benden sonra yaşayanlar, pek çok ihtilâf ve herc-ü merc görecekler. Size sünnetimi ve doğruya götüren râşid halifelerin yolunu, sünnetini tavsiye ederim. Siz ona sımsıkı sarılın. Dişlerinizle sımsıkı tutunun sünnetime ve râşid halifelerin sünnetine Sakının; sonradan çıkma işlerden sakının! Çünkü, her sonradan çıkma bid’at (dinde olmayıp sonradan sokulan adetler), her bid’at da dalâlettir (hak yoldan sapmaktır)” (Tirmizi, İlim 16, (2678); Ebu Davud, Sünne 6, (4607) )
“Muhakkak ki, en güzel söz ALLAH’ın kitabıdır En güzel yol da Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)’in yoludur. İşlerin en kötüsü de dine aykırı olarak sonradan çıkarılandır” (Buhârî, I’tisam 2, Edeb70)
Sünnetlere uymanın önemini ortaya koyan bir diğer unsur ise, Kur’an’da birçok ayette “Resulullah’a itaat” kavramının bildirilmesidir.
Nitekim Ashab-ı Kiram da her işlerinde Kur’an ayetlerine ve Resulullah (sav)’e uymuşlardır Bir sahabeden şu söz aktarılır:
“Biz hiçbir şey bilmezken ALLAH bize Hz Muhammed (sav)’i peygamber olarak gönderdi Biz, Hz Muhammed (sav)’i neyi, nasıl yaparken görmüşsek, onu öylece yaparız” (Tirmizi, Menakıb 7/147; Nesai, Taksir 1)
Şu da belirtilmelidir ki; Peygamberimiz (sav)’in sünnetlerindeki en önemli özelliklerden biri, insanların kolayca uygulayabilmesidir. “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz” (Buhari sahih, ilim b,11,cihad 164) hadisi bunun en belirgin göstergesidir. İslami kaynaklara göre, Hz. Ayşe validemiz Peygamberimiz (sav)’in ashabına daima kolaylıkla üstesinden gelebilecekleri amelleri emrettiğini belirtmiştir. Bu yüzden Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetleri toplumun her kesiminden insanın örnek alabilmesine uygundur. O’nun yaşantısı her mümin için bir örnektir.”
…
Not 1: Ali Bulaç ağabey 10.05.2014 tarihli “Siyasete yeniden bakmak” başlıklı makalesinde önemli bir tespit yapmış. Diyor ki: “siyaset”i üç ana tarihsel döneme uygun ele alabileceğimizi düşünüyorum: “Yönetme sanatı” olarak premodern siyaset; “iktidar merkezli” olarak modern siyaset; “ayrışmış toplumsalın post modern siyaseti. Müslümanlar; Mısır’da karanlık bir dönemin ağır baskısı altına girdiler; Hind yarım kıtasında ulus devlet hilafetin yerine bir bid’at olarak iş görüp İslam dünyasının tamamını etkisi altına aldı; İran’da oportünizm (Rafsanjani) ve popülizm (Ahmedinejad) İslam’ın devrimci mirasını rayından çıkardı; Türkiye İslamcıları kendilerine ait olmayan bir iktidarın cazibesine kapılarak devletin denetimi altına girdiler. Elbette her dört İslamî havzada ve diğer bölgelerde istisnalar var, onları minnetle ve saygıyla tenzih ediyorum.”
Bu satırlar, İslam dünyasının hastalığına ilişkin teşhislerdir. Peki çözüm ne? Bu denli güzel ve gerçekçi bir tespit yapan adamdan aynı şekilde tedavi de beklenmez mi? Beklenir elbet. Ama bendeniz sadra şifa bir çözüm göremedim. Tıpkı 1990’ların ayağı yere basmayan tatlı su İslamcılarının söyleminin ötesine geçmeyen çözüm önerisi şöyle:
“Modern siyasetin temel sorunu ahlaktan yoksunluğudur. Ahlakî olan konusunda ihtilaf yoksa din siyasetten ayrılamaz. Bu durumda dinden veya siyasetten vazgeçmek durumunda değiliz. Ahlakî zemini dinlerin ortak ilkeleri, vicdanın sesinde ve aklın rehberliğinde bulup sorunları “muarefe, müzakere ve muahede” yoluyla çözebilmeliyiz.”
Ahlaki zemine ilişkin dinlerin ortak ilkeleri ile “Türkiye İslamcıları kendilerine ait olmayan bir iktidarın cazibesine kapılarak devletin denetimi altına girdiler” söylemine ilişkin değerlendirmemizi başka bir yazımıza bırakalım.
Not 2: Kahramanmaraş TRT muhabirliği şahsıma tevdi edildi. Allah utandırmasın. Bilgilerinize…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.