Emperyalizmin pençesinde olunduğu unutulmamalı..
*Pazarları, okuyucularla yazışmalardan derlemelere ayrılan bir ‘Hasbihal’e daha, selâmla..
-Ali Er (haksoz.net’te, 18 Ağustos yazım için) yazıyor: ‘Irak katliâmına 6 yıldır yataklık yapıp, Hizbullah’ı vurmak için barış gücü gönderenlere sevgin, onları eleştirmeni engelliyor.’
*SEç: Sözünü ettiğiniz suçlamaları doğru bulmuyorum. Unutmayalım ki, 1877-78’deki o meş’ûm ‘93 Harbi Faciası’ günlerinde İngilizlerin desteğini sağlayabilmek için, Osmanlı resmî uleması, Sûdan’da, İngilizlere kök söktüren ‘Mehdî-i Sûdanî’ hareketini ve bağlılarını ‘tekfir etmek’ durumuna bile düşmüştü.. Emperyalizmin hangi entrikalarının neticesinde kurulabilmiş olan bugünkü sistemin içinde, iktidarda olanlar dünden daha rahat değildirler.. Değerlendirmelerimde şahsî duygularımın rolü olmaz.. Dünyaya, kendi inanç değerlerim açısından bakmaya çalışırım.. Düşününüz ki, Irak'ta Saddam rejimine karşı İbrahim Caferî ve Nurî Maliki gibi, 30 yıl boyunca çetin mücadeleler vermiş olan inkılabçı/müslüman şahsiyetler, bugün Amerika'yla işbirliği yapıyor gibi bir duruma bile düştüler.. Ve İİC bile mevcud şartlarda onları destekliyor. TC’nin de taa baştan, emperyalist şartların pençesinde olduğu unutulmamalıdır..
-M. Mus’ab (haksoz.net’te, aynı yazıyla ilgili olarak) yazıyor: ‘Türkiye’de, özellikle 12 Eylûl 1980 darbesi sonrasında, kapitalizm komunizmi sindirdikten sonra namlularını müslümanlar üzerine çevirdi ve bugün olanlar o günlerin acı meyvesi...
Size düşen görev, müslüman gençliği bilinçlendirmek mi, yoksa oluşacak bu çift kutublu dünyada bize ABD veya Rusya yandaşı olunuz diye telkinlerde bulunmak mı?’
*SEç: Benim yazımdan, nasıl oluyor da, müslümanlara, 'Amerika ya da Rusya yandaşı olunuz' demek istediğim gibi bir mâna çıkardınız, hayret ettim..
Dünyadaki mevcud güç dengeleri arasında, müslümanların hayat, haysiyet ve topraklarını tehlikeye atmayacak şekilde hareket etmek için, bu dünyanın bilinmesi de gerekli değil midir?
-Paşa Saltan (habervaktim.com’da) yazıyor: ‘âsım beyi beğenerek okurdum, o tazminat dâvalarından sonra yazmıyor.. Yazmaktan usanmamıştır, inşaallah.. Siz de usanmayınız.’
-Deniz, Hollanda’dan yazıyor: ‘V. Vakkasoğlu’nun ‘Osmanlı'dan Cumhuriyet'e İslâm âlimleri’ eserinde, Elmalılı Hoca'ya Abdulhamid'in hal' fetvası sorulduğunda ‘Büyük bir hataydı. Bu bahsi bir daha açma..’ dediği nakledilir.’
-Şen Güller (Habervaktim.com’da) yazıyor: ‘Abdulhamid kendisinde hem maddî, hem de mânevî saltanat sulunduğu halde, kan dökmeyen olgunluğuyla cihana misâl olmuştur..’
-âdem İnce (haksoz.net’te) yazıyor: ‘Abdulhamîd ve II.Mahmûd, Osmanlı’nın kırılma noktalarını başlatan iki önder olarak görülüyor. Abdulhamîd, kurumlarda Batılılaşma'ya ağırlık verirken, II.Mahmûd gardrob devrimciliğinin öncüsü oluyor. 1923 sonrası kadrolara baktığımızda, II.Mahmûd'u örnek aldıkları görülüyor.’
*-Tetete (habervaktim.com’da, ‘Kanunlar halk iradesine göre şekillenecekse..’ konulu, 19 Ağustos yazım üzerine) yazıyor: ‘3 Ağustos yazında ‘İran’daki rejimin adı, İslâm Cumhuriyeti.. Bu hedef, ‘İslâm İnkılabı’nın gerçekleşmesinden önce ilan edildi, kimse kandırılmadan..üstelik, süngüucu zorlaması olmaksızın.. Cumhûr’un/halkın hür iradesiyle, referandumla kabul edildi. Elbette ki, her sistem gibi, onun da kendisini koruyan savunma mekanizmaları var..’ diye yazmıştın.. Şimdi ise, ‘Bir ülkenin yönetiminde, prensip olarak, son sözü halkın iradesinin söyleyeceği kabul edilmişse, onun üzerinde artık birtakım ilke ve devrimler vs. gibi engeller konulamaz.. Konulursa, orada halk iradesi yok demektir..’ diye yazmaktasın.. Bu tutarsızlık değil mi?’
*SEç: Silah zoruyla kabul ettirilen bir anayasa ile, bir halkın zulüm düzenini devirip, kendi hürr iradesiyle kabul ettiği bir anayasayı nasıl aynı kefeye koyarsınız? Hukuka dayalı bir sistemin savunma mekanizmalarını, halk, kendi hür iradesiyle koymalıdır; ama, silahlı zorbalar eliyle dayatılan ve gelecek zamanları da rehine alacak şekilde, ‘asla değiştirelemez.’ gibi zorbaca hükümlerle değil.. Zorla kabul ettirilen her türlü düzenleme reddedilmelidir.
-Meryem Lüleci yazıyor: ‘Bir zamanlar C.U. isimli bir kişi, bütün karmaşık maddî ilişkilerini bir partinin başkanlığına gelerek ört-bas etmekte, o sıfatını kalkan olarak kullandı; faydasını da görmedi denilemez. çünkü, en azından, ‘zamanaşımı’yla yırttı, hapis cezasından kurtuldu.. ‘HSYK’ (Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) ve bütünüyle yargı, bu gibi dâvaları 7 senede bitiremeyip ‘zamanaşımı’na uğratmanın izahını yapmak zorundadır..
Şimdi de, bir diğer kıtipiyoz partinin -sizin deyiminizle-, ‘ilahiyatçı, laik amigo’ rolündeki lideri, bir gayrimeşru ilişki iddiasını örtbas etmek için, aynı silaha sarılıyor ve ‘siyasi rakiblerinin kendisini yıpratma çabasına’ sığınıyor.. Komikliğin ötesinde bir durum, bu..’
-İP Gen. Başk. Yrd. Hasan Basri özbey imzalı açıklama mesajında özetle şöyle deniliyor: ‘20 Ağustos 2008 tarihli köşe yazınızda ‘Em. Org.Tuncer Kılınç’ın Sekreterliği döneminde, ‘Türkiye’de gelişen Sovyetçi solu, yeni bir doktrinle bölüp parçalamak için’ ve de ‘devlet içindeki kadrolar arasında bir gözcülük ve filtrasyon vazifesi yapmak ve siyasi gündemi yönlendirmek üzere…’ gibi vazifelerle ‘Toplumla İlişkiler Başkanlığı’ (TİB) bütçesinden, İP’e para aktarıldığı da gündeme gelmişti.’ demektesiniz.. Partimiz bugüne dek hiçbir kuruluştan para almamıştır. MGK’dan para aktarıldığı gerçek dışıdır. İşçi Partisi gücünü üyelerinden ve milletinden alır. (…).’
-Mahmûd Demirci yazıyor: ‘Vatan’dan bir laik/kemalist birisi, güreşçi Ramazan Şahin’in olimpiyadlarda altın madalya almasına sevinememiş, onun bir ‘devşirme’ olduğunu söylüyor.. O gibi laiklerin R. Şahin’e kızmalarının asıl sebebi ise, onun dindar bir insan olduğunu yansıtan ‘şükür secdesi, sakalı’ gibi görüntüler.. Bu kardeşimizin 3 sene önce Dağıstan’tan Türkiye’ye sığınmış olması dolayısiyle, onu dışlayan ırkçı kişiye ‘çüşş’ diyorum.’
-Kemal Alkış Hacıbektaş’dan yazıyor: ‘Geçen hafta Hacı Bektaş-ı Velî törenleri için ilçemizi teşrif eden Abdullah Gül’e, kendini bilmez birisinin kaldırdığı‚ ‘Sen buraya yakışmıyorsun..’ yazılı bir pankart, medyadan ülkeye yansıtıldı. Hacı Bektaş Velî’nin bir hizmetkârı olarak diyorum ki, hiçbir cumhurbaşkanı, Hacı Bektaş-ı Velî’ye Abdullah Gül kadar yakın değildi..’
-Nuran Yayıkçı yazıyor: ‘A. Altan, 3 Ağustos yazısında, ‘Dindar olmak isterdim. Dini bilmek isterdim. İsterdim ki bana inanmayacak, benden kuşku duyacak insanlara, onların inanacağı ayetlerle, hadislerle seslenebileyim. Eminim ki, kutsal kitapların, kutsal sözlerin bir yerinde ‘din adına gösterişi’ lanetleyen bir cümle vardır. O cümleyi bilebilmek isterdim. Ve, onlara o cümleyi söyleyebilmek isterdim.’ diyordu.. Buna cevab vermeye değmez miydi?’
*SEç: Hiç kimsenin İslâm’ı öğrenmesine bir engel yoktur.. O, bilmediklerini şimdi de öğrenebilir. İsterse yardım eden de gönüllü olarak çok bulunur. Biz, kendisine Mâûn sûresini hatırlatalım. Ama, inanmadığı bir hükmü öne sürerken, niyeti tabiatiyle sorgulanacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.