Abdullah Yıldız

Abdullah Yıldız

Rahmet Ayı Ramazan

Rahmet Ayı Ramazan

Mübarek Ramazan ayına sayılı günler kaldı. İslâm âlemi, Ramazan-ı Şerif’in rahmet iklimine her zamankinden daha fazla muhtaç durumda. Irak ve Suriye’de devam eden çatışmalar, her an bölgesel bir Şii-Sünni savaşına dönüşme riski taşıyor. Mısır’daki ABD-Siyonist işbirlikçisi diktatör Sisi rejimi, tam da Ramazan ayına girerken 220 kadar Müslüman Kardeşler üyesinin idam kararını daha onayladı… Dünyanın birçok bölgesinde Müslümanlar hem zulüm görüyor hem de maalesef zulme alet oluyorlar.

Peygamberimizin (s); “Evveli rahmet, ortası mağfiret, âhiri ateşten âzât oluştur” (Beyhaki, Şuabu’l-İman 3/306) buyurduğu rahmet, mağfiret ve kurtuluş ayı Ramazan-ı Şerif, İslâm âlemine rahmet olur inşallah.

Büyük İslam düşünürü şehid İsmail Raci el-Faruki ve eşi Luis Lamia el-Faruki, birlikte hazırladıkları İslâm Kültür Atlası’nda; Ramazan’ın mübarek bir rahmet ve merhamet ayı olduğu belirttikten sonra şöyle devam ederler: “Bu ay bütünüyle kendini tezkiye ve itaat için ahdini yenileme ayıdır. İftar ve sahurdan sonra, gün doğumundan batımına kadar yine aç kalmaya hazırlık, ideal bir şekilde insanın kendisini disipline etmesini sağlayan bir tekerrürdür. Ramazan, Müslümanlar için kendini hesaba çekme ayıdır; ahlaki ve ruhi değer ve sorumlulukların birikimini temin eden tek aydır.”

Her yılın on bir ayındaki amellerinin muhasebesini bu ayda yaparak Allah’a ve insanlara karşı sorumluluklarının bilincine ermek yani “takvâ”, Ramazan orucunun amacıdır: “Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki takvâya erersiniz.” (Bakara 2/183)

“Takvâ”nın kök anlamı ise korunmaktır; güçlü birinin himayesine girerek kötülüklerden korunmak.

Üstad Afif Abdülfettah Tabbara İlmin Işığında İslâmiyet isimli eserinde, bu âyet-i kerimede orucun gayesinin, «Umulur ki takvâya ulaşırsınız» ifadesi ile açıkça belirtildiğini vurguladıktan sonra, şöyle der: ‘Yani, oruçtan bir korunma özelliği kazanırsınız. Bu özellik, kötülük ve rezalet meyillerinize set çeker’ demektir. Oruç, şahsı ve cemiyeti korur. Şahsı bazı zorluklara maruz bırakarak faydalı bir kimse olmasını sağlar. İyi insanlardan teşekkül etmesi bakımından da cemiyeti korur. İnsanların birbiriyle insanca münasebetini temin eder. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s), «Oruç bir kalkandır. Sizden biri oruçlu olunca kötü söz söylemesin, cahiller gibi davranmasın. Eğer bir adam, çıkar da kavga yapmaya veya sövmeye kalkışırsa, ‘ben oruçluyum, ben oruçluyum’, desin.» (Buhâri, Savm 10) buyurur.

Hadîsteki «el-cünne» kelimesi, insanı koruyan kalkandır. Bundan murat, oruçlunun hayvani hislerden kurtulmak için oruç tuttuğuna inanmasıdır. Ben oruçluyum, demesi ise, ‘ben insaniyet halindeyim, hayvanlık durumunda değilim’, demektir. İnsan, nefsinin şerrinden korunduğu, cemiyet de insanın şerrinden emin olduğu zaman, Allah’ın rızasına ulaşırlar, muttakiler safında yer alırlar.

Âyetteki «le‘alle»‘hazırlamak’ mânasını taşır. Oruç, oruç tutanların ruhunda birçok yönleriyle beliren takvaya hazırlar. Bu yönlerden en önemlisi, orucun bizzat oruç tutanın namusuna bırakılmış olması, Allah’tan başka bir murakıbı bulunmamasıdır. Oruçlu, oruç esnasında Allah’ın emrine imtisalen şehvetlerini terk edip, Allah’ın kendisini murakabe ettiğini hissettiği için isteklerinden dolayı sabra razı olur. Bu duruma vakıf olarak oruç tuttuğu günlerde bu hâl devam ederse, şüphesiz ki, neticede Allah’ın murakabe ve korkusu meleke haline gelir. Kulun, yasakladığını işlemekten dolayı Allah’tan utanması, bırakması gereken hazları terk etme melekesini de meydana getirir. Nitekim Allah’ın murakabesi, insanı hayırlı işlere yaklaştırır, kötü işlerden uzaklaştırır. Artık bu kimse, hile ve kötülük yapamaz, zulmedemez, başkasının hakkını yiyemez, insanların arasını bozmaya çalışamaz.

Allah’ın rızasını düşünmeden, salt yemek içmekten uzaklaşıp günahtan çekinmemek İslâm’ın farz kıldığı gerçek oruç değildir. “Yalan sözü ve işi terk etmeyen kimsenin, yeme, içmesini terk etmesine Allah’ın ihtiyacı yoktur” (Buhârî, Savm 8, Edeb 51; Ebû Dâvud, Savm 25; Tirmizî, Savm 16) hadisi bu gerçeği ifade eder.

Demek ki; yalanı, kötülüğü, zulmü, haksızlığı, saldırganlığı terk etmeyenlerin aç ve susuz kalmasına Allah’ın ihtiyacı olmadığı gibi, o kimseler orucun amacı olan takvâya da asla erişemezler. Zira Kur’ân-ı Kerîm, “Günah ve düşmanlıkta değil, iyilik ve takvâda yardımlaşın” (Mâide 5/2); “Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin”; “…sizi tecavüze (saldırganlığa) sevk etmesin!” (Mâide 5/2, 8) buyurur.

Duamız o ki; başkalarına ve özellikle birbirlerine karşı rahmet ve merhametle muamele etmeyi unutup hızla şiddet sarmalına çekilen Müslümanlar, “rahmet ayı” Ramazan-ı Şerif’in bereket iklimini doyasıya soluyarak yeniden merhameti kuşanır, mağfireti hak eder ve Cehennemden azat olurlar.

İnşaallah müminler hep birlikte şu hadis-i şerifinin sırrına mazhar olurlar: «Kim Ramazan orucunu, inanarak ve sevabını yalnız Allah’tan bekleyerek tutarsa, geçmiş günahları affolunur.» (Buhârî, Savm 6)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Yıldız Arşivi