“Devletin Hukuku”na göre yaşayanlar “Hukuk’un Devleti”ni kuramazlar(2)
Asrımız ve günümüz itibariyle halkı Müslüman veya halkından Müslüman olan bir çok ülkede kavga var. Türkiye’de de bir kavga var. Türkiye’deki kavga; “Hukuk’un Devleti” ni kurmak isteyenler ile “Devletin Hukuku” na göre yaşamak isteyenlerin kavgasıdır. Türkiye’de cari olan “Hukuk’un Devleti” değil, “Devletin Hukuku”dur. Türkiye’deki rejim; inkâra, ayrımcılığa ve kavmiyetçiliğe dayanır. Uygulamalarındaki keyfîliği, küfrîliği ve cebrîliği bundan ileri gelmektedir. Bu rejim herkese zulüm eder. Şayet rejimin zulmüne uğramamışsan bil ki henüz senin sıran gelmemiştir. Bir gerçek var ki; “Devletin Hukuku” na göre yaşayanlar, “Hukuk’un Devleti”ni kuramazlar. “Hukuk’un Devleti” ni kurmak, Kur’ân’la hükmedenlerin işidir. Hz. Ebu Bekir (R.a.) der ki: “Her kim Muhammed ümmetinin bir işini eline alır da onu Allah’ın kitabına göre yürütme yoluna gitmezse, Allah’ın laneti onun üzerine olacaktır.” (el- Muttakî, Kenzu’l Ummal, C: 5, Sh: 2505) İkitidar ve muktedir oldukları halde insanları Allah’ın kitabıyla sevkü idare etmeyenler, “Allah’ın dini”ne değil “Dinu’l Melik”e yani kralın dinine mensup olan kimselerdir. Rabbimiz haber veriyor: “Biz Yusuf’a böyle bir plana başvurmayı ilham ettik. Çünkü Dinu’l Melik/kralın yasalarına göre, kardeşini alıkoyamazdı...” (Yusuf Sûresi/76) Şayet bir memlekette Allah’ın dininin devleti yoksa, devlet Allah’ın dinin emrinde ve hizmetinde değilse, o memlekette egemen din; Dinullah/Allah’ın dini değil, Dinu’l Melik/Kralin dini’dir. Burada, kralın yasaları denilirken “yasalar”, ayetin orijinalinde “din” sözcüğüyle ifade ediliyor. Böylece bu ayette, “din”in hangi anlamları içerdiği özenle ve kesinkes belirlenmiş bulunuyor. Bu ayette “din” sözcüğü, kralın koyduğu sistem ve yasaları ifade etmek için kullanılıyor. Bu sistem ve yasalara göre hırsızı, hırsızlığının cezası olarak alıkoymak mümkün değildir. Ancak Hz. Yakub’un dininin sistem ve yasalarına göre, alıkoyma cezası mümkündü. Nitekim Hz. Yusuf’un kardeşleri bu olayda daha baştan, kendi dinlerinin yasalarına göre yargılanmayı kabul etmişlerdi. Yusuf da tası kardeşinin yükleri arasında bulduğunda, onların kendi dinlerinin yasalarına göre hüküm vermişti... Görülüyor ki Kur’an’da “din” sözcüğü, sistem, şeriat ve yasaları ifade etmek için kullanılıyor.
“Din” sözcüğünün Kur’an’daki bu apaçık anlamını, yirminci yüzyılın cahiliye ortamında tüm insanlar unutmuş görünmektedir. Cahiliye yanlıları da kendilerini müslüman olarak niteleyen bazı kimseler de bu gerçekten tümüyle habersiz durumdadırlar. Ayette kralın koyduğu sistem ve yasalar, “dinu’l-melik (kralın dini)” biçiminde ifade edilerek, “din”in anlamı kesinkes belirlenmiş bulunuyor. Dolayısıyla “Allah’ın dini” denildiğinde de, yüce Allah’ın koyduğu sistem, şeriat ve yasalar anlaşılmalıdır... Bu sözcüğün anlamı o denli yozlaştırılıp daraltılmış ki, cahiliye sistemi altındaki kitleler artık “din” denildiğinde, inanç ve ibadet esasları dışında hiçbir şey anlamıyor!.. Oysa Hz. Adem’den, Hz. Nuh’dan tutun da Hz. Muhammed’e -salât ve selâm üzerine olsun- varana dek “din”in hiçbir zaman için böylesine güdük bir anlam ifade etmesi asla söz konusu olmamıştır... Tarih boyunca “din”, hep şu anlamda kullanılmıştır: Allah’ın koyduğu hükümleri benimseyip, O’nun dışındaki kimselerin koydukları hükümleri reddederek sadece yüce Allah’a boyun eğmek! (Aslud-din) Yeryüzünde de göklerde de O’nun ilahlığını birlemek! O’nun insanların biricik ve tek rabbi olduğunu kabul etmek! Yani sadece O’nun egemenliğini, hükümlerini, otoritesini ve buyruklarını benimsemek! Nitekim “Allah’ın dini”nde olanlar ile “kralın dini”nde olanlar arasındaki yolların ayrılış noktası da bu konuydu. Birinci gruptaki insanlar, sadece Allah’ın sistemine, şeriatına ve yasalarına boyun eğiyorlardı. İkinci gruptakiler ise, kralın koyduğu sistem ve yasalara boyun eğiyorlardı. Ya da inanç ve ibadet konularında yüce Allah’a boyun eğmiş olsalar da, sistem ve yasalar noktasında yüce Allah’dan başka kimselere boyun eğdiklerinden, sonuçta yüce Allah’a ortak koşmakla müşrik konumuna düşüyorlardı!
“Allah’ın dini”, O’nun Kur’an’daki apaçık ayetlerle belirlemiş olduğu sistem, şeriat ve kuralları demektir. Allah’ın belirlediği sistem ve kurallar çerçevesinde hareket eden kimse, “Dinullah’a/Allah’ın dini”ne mensup demektir. Kralın koyduğu sistem ve kurallar çerçevesinde hareket eden kimse ise, “Dinu’l Melik’e/kralın dini”ne mensup demektir! Bu nokta, en ufak bir tartışma götürmeyecek denli nettir! (Fizilali’l Kur’ân/Seyyid Kutub, C: 4, Sh: 2020-2021, Beyrut/ 1982) Din, itikadi ve ameli bir nizamdır. Yani iman ve amelden oluşan bir bütündür: “Eğer (müşrikler şirkten) tevbe (edip îmân) ederler, namazı kılarlar ve zekatı verirlerse onlar da (ey müminler!) Sizin dinde kardeşlerinizdir...” (Tevbe Sûresi/11) âyeti bu gerçeğin ifadesidir. Dolayısıyla “Devletin Hukuku”na göre yaşamaktan vazgeçilmedikçe “Hukuk’un Devleti”ne ulaşılamaz. Müslüman olarak dinimiz aynı zamanda anayasamızdır. Bu durum, Müslümanlar için hayati bir meseledir. Burada yapılacak bir yanlışlık Müslümanların bütün emeklerini boşa çıkartabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.